Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bir Mektubun Son Cümlesi
Müsaadenizle babacığım ellerinize sarılır, ruhumun bütün kudret ve hasretiyle öper öperim, babacığım, babacığım. Oğlunuz Sabahattin Eyüboğlu
Sayfa 127Kitabı okudu
Her cumartesi gecesi hepimiz bilirdik ki şişman kadın kıskançlık yapacak, bağıracak, ağlayacak ve mükemmel bir dayak yiyecektir. Sonra pazar sabahı ikisi de şık ve mesut, kolkola gezmeye gidecekler. Erkek, "Ne yapayım" derdi, "Karım dayak istiyor". Kadın, "Ne yapayım" derdi, "Kocam dövmekten zevk alıyor!" Samet Ağaoğlu / Hikayeci, Hukukçu, Siyasetçi
Sayfa 135Kitabı okudu
Reklam
Bir buçuk senenin günleri ve geceler, birbiri ardından o kadar süratle geçti ki; elimde valizlerim, kendimi istasyonun bekleme salonunda bulduğum zaman, sabahtan beri duyduğum hüzün hayrete dönüştü. Biri Rus, diğer Leh iki arkadaşla beraberdim. Yüzlerini belki ömrümde bir daha görmeyecektim. Bir tesadüf bizi aynı binanın içinde yanyana getirmişti. Birkaç dakika sonra onlardan bana ve benden onlara birer mazi çehresinden başka bir şey kalmayacaktı. Öyle ise haydi büfeye! Şu ana kadar, hep gelecek günlerin şerefine dubleleri kaldırdık Şimdi artık geride kalmış hatıralar ve hayat parçası için içeceğiz. Tren yavaş yavaş kalkıncaya kadar bu hatıraları hep beraber ve hepsini birden birbirimize anlatmak ihtiyacı içinde kaldık. Sonra Strassbourg arkamda gittikçe ufalan biz dizi ışık halinde uzaklaştı. Ben Türkiye'den binlerce kilometre uzaktaki bu yağmurlu ve rutubetli şehre, bu şehrin göğsünde her milletten yüzlerce genci taşıyan üniversitesine, açsız ve çürük dişli Alzaslı erkeğe, güzel, yeşil gözlü ve kaba dilli Alzaslı kıza alıştım Samet Ağaoğlu / Hikayeci, Hukukçu, Siyasetçi
Sayfa 136Kitabı okudu
Alzaslı kız ve Alzas'ta okuyan yabancı talebe! Bunlar unutmak tesellisini bulmaya, unutulmak acısını tatmaya mecburdurlar. Güzel bir tesadüf onları yanyana getiriyor, biliyorlar ki, bir gün ayrılacaklar. Çılgın bir hevesle seneleri, günleri, geceleri ve hatta dakikaları durdurmaya çalışıyorlar. Mademki bir gün öleceğiz!" demiyorlar; "Mademki nihayet buradan gidecez" diyorlar. Samet Ağaoğlu / Hikayeci, Hukukçu, Siyasetçi
Sayfa 137Kitabı okudu
1930'larda Türk Lirası'nın değeri!
1930'larda bir Türk Lirası, resmi kurda ve piyasada 2,5 Mark değerindeydi. 1935'ten sonra ise Nazi hükümeti, Registermark'ı icat etti ve dışarıdan döviz olarak gelen bir Türk Lirası'na 6,5 Mark ödemeye başladı. Öğrenci bursumuz 96 liraydı. Alman öğrenciler, ayda 100-150 Mark'la geçinirken biz 650 Mark alıyorduk. Bu para o dönemde bize bol bol yetiyordu. Onu için bazen Kempinski, Mampe gibi ünlü restoranlara giderdim; iyi giyinir ve giysilerimi Kurfürstendamm'ın yan sokaklarından birinde terzi dükkanı olan Müller'e diktirirdim. Günlük, spor ve resmi giysilerim dışında bir frakım ve bir smokinim de vardı; iyi tanınmış ailelerin evlerine davet edilirdim. Ekrem Akurgal / Arkeolog
Sayfa 148Kitabı okudu
Biz Atatürk gençliğiydik. Bizim bu millete yapacak hizmetimiz olduğunu biliyorduk. O hizmet için gittik biz. Fransızlara şunu söyledim: "Ben altı senedir buradayım. Altı senedir devlet beni okutuyor ve bekliyor. Siz altı senelik bir saati geri çalıştırabilir misiniz? Nüzhet Gökdoğan / Astronom
Sayfa 157Kitabı okudu
Reklam
1926 yılında henüz lise 1. sınıf öğrencisi iken derslerin bittiği ama henüz etütlerin başlamadığı bir sırada, müdür odasının hemen karşısında olan bizim sınıfın kapısında bir kaynaşma oldu; içeriye birkaç kişi ile birlikte Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın girdiğini gördük ve ayağa kalktık. Paşa "Günaydın Çocuklar" diyerek bizleri selamladı. Gazi Paşa sınıfa göz gezdirirken tahtaya yazılı bir yazıya gözleri takıldı. Yazı şu idi: "Dans la nature rien ne se perd, rien ne se cre". Fransız olan hocamızın bu sözün Lavoiser'ye ait olduğunu öğrenmiştik. Gazi Paşa, ön sırada ben oturduğum için bana tahtadaki yazıyı okuyup Türkçeye çevirmemi emretti. Ben de yazıyı yüksek sesle okudum ve "Tabiatta ne bir şey kaybolur ne de yoktan var olur" diye karşılığını söyledim. Gazi Paşa, kimin tarafından söylendiğini sordu ben de Lavoiser cevabını verdim. Gazi Paşa, "Kimya zamanımızda da çok önemlidir; ama gelecekte kişi ve toplum hayatında çok daha önemli bir yer alacağına şüphe yoktur. Bu itibar ile kimyacılara ilerde büyük görevler düşecektir. Buna göre kimya dersine çok önem verip çalışmalısınız" deyip sınıftan ayrıldılar. Ali Rıza Berkem / Kimyacı
Sayfa 161Kitabı okudu
Üniversite'de diploma töreninde Fen Fakültesi Dekanı ve Kimya Enstitüsü Direktörü hocam Prof. Godchot konuşmasının bir yerinde "Bu yıl ihdas edilmiş olan Coulouma Ödülü'nü kimin kazandığını biliyor musunuz? Votre camarade Rıza Ali (o zaman soyadı yoktu) kazanmıştır, kendisini kutluyorum" dedi. Fevkalade heyecanladım. O heyecanla ayağa kalkıp, ödülü (para ödülüydü) Kimya Enstitüsü'ne bıraktığımı söyledim. Dekan, bunun mümkün olmadığını söyleyince, yanımda oturan Kimya Cemiyeti Başkanı "Bize bırak", dedi. Ben de cemiyete bıraktığımı söyledim. Bu davranışım, gerek hocalarım ve gerekse öğrenci arkadaşlarımın arasında fevkalade olumlu bir hava yarattı. Ali Rıza Berkem / Kimyacı
Sayfa 163Kitabı okudu
Cahit Sıtkı'dan Ziya Osman Saba'ya Mektup
Ziyacığım, İstanbul'dayken içime sıkıntı bastığı zaman sana koşardım; çünkü sen benim için yalnız vefakar ve halden anlar bir dost değil, aynı zamanda, açık havayı, güneşi, baharı, iyiliği de temsil eden, nasıl olup da insan kalıbına girdiğine daima hayret ettiğim bir meleksin. Melek olduğun şundan da belli ki, bana "vefasız" demeye dilin varmıyor: Hoş, ben de vefasız sayılmam pek. Paris'e gelirken seni kucaklamak için ne kadar çırpındığımı tahmin etmiş olacaksın ki, benim uzatmamı beklemeden tasımı ab-ı hayatla doldurdun. Günlerdir içiyorum içiyorum bitmiyor. Ne diyeyim, bana senin gibi bir dost verdiği için Allah'a hamd-ü sena etmekten başka ne gelir elimden! Allah'ın sevgili kullarından biri olduğuma yavaş yavaş kanaat getiriyorum. Emin ol ki, seni tanıyanlar için yeryüzünde senden daha büyük bir keşif yoktur. Bu satırları seni çok özlediğim için yazdığımı zannetme. Bunları daima düşündüm; ancak bugün söylemek fırsatını buluyorsam, bu gecikmeyi mazur gör. Bilirsin ki öteden beri şifahi bir sıkılcanlığım, dil tutukluğum vardır. Fakat seni özlemeye gelince, bunun ne yaman bir hasret olduğunu Paris'e geldikten sonra anladım. Meğer İstanbul'un en büyük cazibesi, istediğim zaman seni görebilmek imkanını bana bahşetmesiymiş. Paris'in bu çok önemli cazibeden mahrumiyetine zor katlanıyorum. Canım İstanbul! Nasıl tütmesin ki gözümde, o iki şerefeli minarelerin üzerinde senin dost çehrelerin gülümsüyordur.
Sayfa 169Kitabı okudu
Bütün dostlara, bilhassa şairlere selamlar. Günün parolası "sabır"dır. Cahit Sıtkı Tarancı
Sayfa 173Kitabı okudu
102 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.