Bir mısranın vücuda gelişi, lafebeliğiyle işkembeden sallamaya benzemezdi elbet. Müziğin sadece ahengine değil, hissiyatına da uymalıydı mısralar. Söz musiki, musiki söz olmalıydı. Köksüzlüğümü anlatsınlar istedim en kopuk, en ağır, en yakıcı, en öfkeli ve en nahif kelamlar. Sürgün halimi, sürgünün nesillerce ruhta devam edişini dile getirsinler. Fazla söze de gerek yoktu. Müzik kendi başına ifadesini bulmuş, bir destek, omuz verecek birkaç mısraya ihtiyaç duyuyordu. Onlar da tecelli etti nihayet. Sımsıkı, sert bir kabuğun içindeki nar taneleri gibi dizildiler. Mırıltıyla söyledim, bağırarak söyledim, piyanonun tuşunda, kemanın telinde, çıplak sesimde bir nirengi noktasının müjdesini duydum.
Belli bir pozu olanın sinsiliğinden zerre şüphe duymam. Sinsidir, isteriktir, saman altından su yürütücü, hinoğluhindir onlar. Bir maske gibi kullandığı pozunun arkasına gizlenenden çekinmelidir.
"Gerçekten etkili totaliter devlet, siyasi patronların ve onların yönetici ordularının tüm güçleri kendisinde toplayan hükümetinin, kölelerden oluşan nüfusu köleler köleliklerini sevdikleri için zor kullanmaksızın kontrol ettikleri devlettir." 1946
Koruyuculuğa soyunanlar –en iyisinden en berbatına kadar–, sihir dolabı misali paltolarının içine alıp saklarlar insanı. Sonra da bir sihirbazın maharetleriyle orada kendi istedikleri kişiye dönüştürürler. Hepsindeki aynılığın haricinde, beni öfkelendiren, hepimizdeki palto içine girme istediğiydi.