Bir kimsenin, kendi cisminde ve cesedinde idare sahibi olan cüz’î ruhunu bilmesidir. Ki bu ruha nefs-i nâtıka derler. Ancak vahdet ehli katında nefs, kalb, ruh, akıl ve sırr tek şey kabul edilir. Ancak ruhun sıfatı değiştikçe farklı isimler alır.
İnsanın nefs-i nâtıkası cisim ve cismânî değildir. Bununla beraber bedenin dâhilinde ve hâricinde tedbir ve tasarruf eder. Ayrıca nefs-i nâtıka mekânsız ve nişansızdır yani bu bedende özel bir mahalli yoktur. Öyle ki, bedende her nereye parmak basarsan orada tamamen mevcuttur. Bu yüzden bölünme ve parçalanması mümkün değildir. İnsanın elinden tutan, gözünden bakan, dilinden söyleyen, ayağından yürüyen, kulağından işiten ve bütün organlarında tasarruf eden tamamen odur. Bedende her cüzde bizzat ve bütünüyle mevcuttur ve bütün bedeni kuşatmış olmakla beraber bütünüyle ondan münezzehtir. Eğer bir insanın parmağı veya eli veya ayağı kesilse, onda hiçbir eksiklik olmaz. Yine nasılsa o hâlde var olmaya devam eder, bütün beden yok olsa bile insan yok olmaz.
Bu örneklerin benzeri sayısız ve sınırsız gözlemlerle kişi kendi nefsinin durumunu bilse bu durum ilk tavırdır. Yani kişi bu tavırdan terakkî eder, yükselir.