Korku ve gerilim dendiğinde ilk akla gelen türdür Gotik. Gotik denince benim için akan sular durur. Bu tarzda çok kitap yazıldı, filmlere konu oldu. Özellikle film bittikten sonra etkisinden çıkamayıp gaipten gelen sesler duymaya başlar, yatağın altından tıkırtılar gelir, sanki arkanızda bir hayalet varmış gibi nefesini ensemizde hissederiz. Fakat
Bir eleştirmen yazısında, Sarı duvar kağıdı öyküsünün, okuyan herkesi delirtebileceğinden ötürü böyle bir öykünün yazılmaması gerektiğini söylemiş, Charlotte Perkins Gilman ise, bu öykünün insanları delirtmek için değil, delirmekten kurtarmak için yazdığını söyleyerek karşılık vermiş.
Haklı… Sarı duvar kağıdı ve büyük morsalkım feminist yazarımızın çarpıcı ve düşündürücü öykülerinden. Okuyun okutturun.
“Bütün gücümle kadınların, bütün kadınların kadınlığın ne olduğunu nihayet anlamasını diledim; gücünü ve gururunu ve hayattaki yerini anlamalarını; dünyanın anneleri olarak görevlerinin ne olduğunu görmelerini; yaşayan herkesi sevmelerini ve onlara değer vermelerini; erkeklerin ne kadar kötü olabileceğini görmelerini; yalnızca en iyilerini seçip daha da iyilerini dünyaya getirmelerini; insan olarak görevlerinin ne olduğunu görmelerini ve yaşama, çalışmaya ve mutluluğa kendilerini tamamen adamalarını diledim.”
Eser bir kadın üzerinden gider. Kadının hastalığı gereği yazmaması ve kendini yıpratmaması gerekir. Kocası buna katılsa da, kadın hiç kimseyi dinlemez ve yazar. Kitaba ismini veren sarı bir duvar kağıdında kafayı takar. Biraz da hayalperest kadındır bence. Eser bana göre değildi. Veya belki olabilirdi bilmiyorum. Okurken kafam yerinde değildi.
-Bazen düşünüyorum da, biraz olsun yazabilecek kadar iyi olsaydım en azından düşüncelerimin baskısından kurtulup rahatlayabilirdim.