Kanayan insan memleketleri buralar.
Kalabalık kırmızı bir gül yutuyordu.
Aynı yerden kırılanlar birbirlerine dikenli dallar veriyordu.
Nefes aldıkça düşmanların en büyüğünü yaratıyorduk birbirimize.
Dağlar omuzlarının hasedinden çatlıyor ve hançerler sırtımıza
Sırtımıza kinleniyordu!
Olur ya gelsen diyorum.
Hüznüm belki narenci bir çiçek açar, her vaktinde ölünebilen bu dünyada sabahtan akşama kadar!
Kanayan insan kentleri buralar.
Derin mutluluklar bir ömür istiyordu.
Yarım ruhların bir bedeni fuzuli işgalidir, akşamüstü yürümek caddeler boyu!
Hem kimse de gideremezdi yalnız yürüyenin yoksulluğunu.
Biri bir diğerinin yağmurunu çalıyordu aynı bulutun adamcıkları.
Sokak bir evi kediliyordu durmadan.
Ve bulvarda bir kadının saçlarıyla sohbete duruyordu rüzgâr.
Soruyordu rüzgâr,
"Hep aynı yerde mi kırılır bir insan?
Korkuları ne de çok tanıdık böyle!"
Her bitiş, her veda, istemsiz her değişim ve birbirinin benzeri her yara!
Kopuyordu kadının saçları, rüzgâr başını alıp gidiyordu.
Ve en matemli şarkıya duruyordu zaman.
Bizse acıdıkça daha bir hevesle deşiyorduk senle tenhalık yaramızı!
Hem kimse de dindiremezdi hani yalnız yürüyenin yoksulluğunu.
Sen yine de erken gel, olur ya dünya.
Belki ölürüz, kendimizden başkasına yaslanamayınca!..