Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Vladimir Vladimiroviç Nabokov (22 Nisan 1899 – 2 Temmuz 1977)
Sebastian Knight 1899 yılının 31 Aralık günü, yurdumun eski başkentinde dünyaya geldi. Kestiremediğim nedenlerden ötürü adının açıklanmasını istemeyen yaşlı bir Rus hanım, bana bir gün Paris'te eskiden tuttuğu günlüğü göstermişti. O yıllar –anlaşılan– öylesine olaysız geçmiş ki, gündelik ayrıntıların dökümü (kişinin kendini ölümsüzleştirmesinin en biçare yolu) günün hava durumunu kısaca not etmekten ileriye gidememiş. Düşünülecek olursa, hükümdarların özel günlüklerinde de –ülkelerinde ne türlü karışıklıklar hüküm sürerse sürsün– genel olarak aynı konuya ağırlık verildiğini görmek ilginçtir. Belli bir şeyin peşine düşülmediği sürece talihin insanın yoluna neler çıkaracağı hiç bilinmez; kendi seçimimle izini sürdüğüm bir hedef olsa belki de hiçbir zaman ele geçiremeyeceğim bir şey duruyordu işte önümde. Bu sayededir ki Sebastian'ın doğduğu günün sabahının güzel, esintisiz bir sabah olduğunu, ısının (Réaumur ölçeğine göre) sıfırın altında on iki derece olduğunu söyleyebiliyorum size... ne var ki, kadıncağız ancak bu kadarını kayda değer bulmuş. Aslına bakarsanız adını gizli tutma kaygısına boyun eğmeyi de gereksiz buluyorum. Bu kitabı okuması epeyce uzak bir olasılık. Adı Olga Olegovna Orlova'ydı, hâlâ da öyle; yumurta yuvarlaklığında böyle bir ses uyumunu sizden saklamak yazık olurdu doğrusu.
Sayfa 7 - Metis Yayınları - Açılış BölümüKitabı okuyacak
"Sana anlatılanın aslında üç aşamalı olduğunu unutma; önce anlatan tarafından biçimlendiğini, sonra dinleyen tarafından yeniden biçimlendiğini, öyküdeki ölmüş adamın her ikisinden de sakladığı şeyler olduğunu. "
Reklam
''Yenilikçiliği kimseye kaptırmayanların ötekilerden çok daha çabuk eskimek gibi garip bir özellikleri vardır.''
Sayfa 32 - İletişim YayınlarıKitabı okudu
Belirli bir şeyin peşine düşülmediği sürece talihin insanın yoluna neler çıkaracağı hiç bilinmez.
Belli bir şeyin peşine düşülmediği sürece talihin insanın yoluna neler çıkaracağı hiç bilinmez.
Reklam
Aslına bakarsanız yaşamı iki döneme ayrılabilir - önce kırık dökük İngilizce’yle yazan yavan bir adamdı sonra yavan bir İngilizce’yle yazan kırık dökük bir adam oldu.
Babamınki ancak amacına ulaştıktan sonra başka amaca yönelen sürekli bir arayıştı. Onunkiyse isteksiz, maymun iştahlı, hercai, kâh yolunu şaşıran kâh peşinden koştuğunu takside şemsiyesini unuturcasına unutuveren bir arayıştı.
Bunu onu kızdırmak için değil, sadece varlığımı fark etsin diye, inatçı ama boşuna umutlarla yapıyorum.
Reklam
‘Senden başka herkesten nefret ediyorum Matmazelcim,’ derdi, ‘benim ruhumdan bir tek sen anlıyorsun.’
“Büyüyünce çok can yakar” demek gibi!
Kaç kere söylemişimdir ona, ‘Sebastiyan, ayağını denk al kadınlar bayılacak sana,’ diye. Gülerek cevap verirdi: ‘Eh, ben de onlara bayılacağım...’
Uuu
Sebastian’ın yaşamının anahtar sözcüğü yalnızlık idi; kader, istediğini sandığı şeyleri bir bir yoluna çıkarıp yabancılık çekmemesini sağlamaya çalıştıkça bu çerçeveye - ya da herhangi bir çerçeveye- sığma konusundaki yetersizliğini daha iyi fark ediyordu.
Hiç başaramamış, çabalamayı sürdürmüş, sonunda ona ihanet eden şeyin biçimsel ayrıntılar ya da o sıra moda olan argo terimler değil, ötekiler gibi olmak ve davranmak çabası olduğunu fark etmişti. Oysa kendisi mucizeli bir biçimde kendi benliğinin tutsaklığına yargılanmıştı.
Zevk alması gerektiğini sandığı şeylerden zevk almaz oldu ve bütün dinginliğiyle kendisini gerçekten ilgilendiren şeylere yöneldi.
171 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.