Eğer bir ebeveynseniz, öğrenmenin bütün gizemi çocuğunuzun hayatının ilk üç yılında gözlerinizin önünde aydınlığa kavuşur. Yeni doğan bir bebek konuşamaz, yürüyemez, nesneleri tanıyamaz ve hatta bir nesnenin ona bakmadığı zaman da var olmaya devam ettiğini anlayamaz. Ama aylar geçtikçe, küçüklü büyüklü aşamalarla, deneme-yanılma yoluyla ve büyük kavramsal sıçramalar kaydederek dünyanın nasıl işlediğini, insanların nasıl davrandığını ve nasıl iletişim kurulduğunu öğrenir. Çocuğun üçüncü yaş gününe kadar bütün bu öğrenme süreci, hayat boyu sürecek bir bilinç akışı, istikrarlı bir benlikte birleşir. Daha büyük çocuklar ve yetişkinler, geçmişteki şeyleri hatırlayarak zamanda yolculuk yapabilirler ama bunun bir sınırı vardır. Çocuk ve bebek halimizi yeniden ziyaret edip dünyaya yeni doğmuş bir bebeğin gözleriyle bakabilseydik, öğrenmeyle -hatta var oluşun kendisiyle- ilgili kafamızı karıştıran birçok şey ansızın aydınlanıverirdi. Ancak bu durumda, evrendeki en büyük gizem evrenin nasıl başladığı veya son bulduğu ya da hangi sonsuz küçük ilmeklerle örüldüğü değildir; küçük bir çocuğun zihninde neler olup bittiği, yaklaşık 500 gramlık gri renkli peltenin nasıl olup da bilincin yatağı olduğudur.