“ben aşkı şiirlerde, romanlarda olduğu gibi bir parlak yaz gecesinin mehtabında başlayıp sabahında biten bir rüya addedenlerden değildim.
benim için sevmek bir başka insanın vücudundan, ruhundan bir parça hükmüne girmek, onunla beraber gülüp ağlamak, ıstıraplarını paylaşmak demekti.”
doğa, insanın doğusunda kalan, zamandan arındığımız zamansız bir kıtadır. ıtırlı bir bahar günü açan asma çiçeği, kadranlardan bağışık kendi iç zamanını yaratmakla kalmayıp evrenin biteviyeliği içinde zamanı yutmuştur. kumsaldaki ak taşları seyrederken ben de yutulurdum böyle. saatler başka bir yerde işlemeyi sürdürürdü. doğadaki her türlü belirginlik, serpintili dalgalar ve salkımlar ve taneler evreni tamamlar, derin, göz kamaştırıcı bir aydınlığa akardı. doğaya çıkınca bilerek unutur, kendi haline bırakırdım dakikayı. kurtulurdum.
yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu dünyanın şahidi olmaktı.