“Ey can âleminin güneşi! Bize cemalini göster. Cihana değer melek yüzünden örtünü kaldırıver azıcık.
Bize cefanı azalt!.. Çünkü seven dostlara yabancı gözüyle bakmak, sencileyin bir güzele yakışmaz.
Rakipler, senin ayağının toprağını gözüne sürme yapar korkusuyla, saba yelinin senin eşiğine varmasını istemiyorum.
Ey Selimî! Yoklukta, sevgilinin çevri ve eziyetinden de, aşk işinin ıstırabından da kurtulmuş olunur. Mademki bu gam ve cefaya varlığımız sebep oldu (onu sevgili için yok edelim ki dertten kurtulalım)!... ”
Karşımda oturan bu yaşlı adamın on yıldan fazla bir süre önce ölmüş karısı için söylediği sözler, yüreğimin derinliklerinde tarif edilemez bir sıcaklık uyandırdı.
“Sanmanız kim terk-i can etmek bana âsân değil
Hiç anınçün gam yiyem mi can durur cânân değil
Katı diişvör oldu halim bilmezem kim neyleyem
Görmemek müşkil seni görmek dahi âsân değir*"
* Sanmayın ki sevgili için canımı vermek benim icin kolay değil!..
Taclı için canımı bin kere verir, bir canın hesabını yapmam.
Uğruna can verilir, lakin vermeyeceğim şey canandır. Halim gitgide kötüye gidiyor, ne yapacağımı bilemiyorum;
Çünkü seni görmemek ayrı bir dert; görmeye dayanamamak daha ayrı bir dert.
Ref edince mâsivâyı nûr-ı Hakk eyler zuhur
Maksad ancak kalbe böyle incilâ vermektedir*
Selimî
* Dünya kavgasını gönülden sürüp çıkarınca orada hakikat (veya Allah) kendini gösterir. Hayattan maksat da zaten gönülleri böyle aydınlatmak değil midir?
Sözünde durmak, sözü hiç unutmamak erdemli insanların tavrıydı ve unutulmayan söz, elbette sahibini devamlı hatırda tutar, ona karşı sevgiyi çoğaltırdı.