Susarak anlattım bütün gizliyi Sakladım duygumu ben konuşarak Bir acı tarlası sessiz yüzünde Aşkı yürürlüğe koyma savaşı İçimde bir düzen kaynaşmaktadır Büyük ve çekingen bakışlarından En iyi anlatış artık susmaktır Anladım bunu ben seni bilince Gel denize yaslan yalnız denize Sırrını denizler taşır insanın Zaman bir hızdir ve yıldızdır
Bahçıvan Sana söylemem lazım gelen en derin sözleri konuşmak istiyorum; fakat gülersin korkusuyla cesaretim kırık. Kendime gülmem ve şaka ile karışık, sırrımı yaralamam bundandır. Istırabımı hafife alıyorum, sen de alırsın diye. Sana söylemem gereken en gerçek sözleri, anlatmayı diliyorum; fakat onlara inanmazsın korkusuyla cesaretim kırık. İşte bundan dolayıdır ki, demek istediğimin tersini söyleyerek, onları hakikat değilmiş gibi gösteriyorum. Sen de gülersin korkusuyla, ıstırabımı gülünecek bir şeymiş gibi gösteriyorum. Senin hakkında en nadide kelimeleri kullanmayı diliyorum; fakat aynı değerde karşılık alamam korkusuyla cesaretim kırık. İşte sana zalimane isimler takmamın ve duygusuz kuvvetimle övünmemin sebebi bundandır. Istırap nedir, hiç bilmezsin diye, seni incitiyorum. Senin yanında sessiz oturmayı diliyorum; fakat kalbim dudaklarımdan taşar korkusuyla cesaretim kırık.
Rabindranath Tagore
Rabindranath Tagore
(Çeviri: Cengiz Durkan)
Reklam
9 Nisan 1951 tarihinde intihar ederek yaşamına son veren Sadık Hidayet’in ölümünü, 25 yıllık arkadaşı şu şekilde anlatmıştır: “Paris’te günlerce, havagazlı bir apartman aradı, 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz
Susarak anlattım bütün gizliyi Sakladım duygumu ben konuşarak Bir acı tarlası sessiz yüzünde Aşkı yürürlüğe koyma savaşı İçimde bir düzen kaynaşmaktadır Büyük ve çekingen bakışlarından
Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılmaz bu dertler. Çünkü henüz çaresi de devası da yok bu dertlerin. Düşündüm, herkesin gökyüzünde bir yıldızı varsa, benim yıldızım uzak, karanlık, anlamsız olmalı. Belki de hiç yıldızım olmadı. İçimde müphem bir arzu: Bir deprem olsa da, bir yıldırım düşse de, sakin pırıl pırıl bir dünyaya yeniden doğsam? Azap çeken bir ruh gibi bekliyor, kolluyor, arıyordum, lakin boşuna! Dünya, ıssız yaslı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum. Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. Gönlümde düğümlenen bir şeydir bu ıstırap, bu kederli hal, kasırgadan az önceki havayı andırıyordu. Hissettim ki benim düşüncelerim de dayanıksız bir avuç kor gibidir, kül olmuştur, bir üflemeye bakar. Birbirine ters düşen öyle çok şey gördüm, birbiriyle çelişen öyle çok şey duydum ki! Artık hiçbir şeye inanmıyorum. Bazı kimselerin ölümle savaşı daha yirmisinde başlar; birçokları da yağı bitmiş lambalar gibi, sessiz yavaş, ecelleriyle sönerler. Yalnız ölüm yalan söylemez! Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır. Kimse göründüğü kadar dayanıklı değildir. Sadece görünmeyen yangınlar, duyulmayan fırtınalar, gizlice çürüyen ruhlar vardır. Nedir günler, nedir aylar? Benim için bir önemi yok bunların; mezarda olan için zaman anlamını kaybeder.
Sadık Hidayet
Sadık Hidayet
Mezarda olan için zaman, anlamını kaybeder.
9 Nisan 1951 tarihinde intihar ederek yaşamına son veren Sadık Hidayet’in ölümünü, 25 yıllık arkadaşı şu şekilde anlatmıştır: “Paris’te günlerce, havagazlı bir apartman aradı, 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz
Reklam
180 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.