Maksat, gösterişli ve gürültülü bir biçimde laf yarışı yapmak değil, yeniden kurulacak ve insanlığın içinde bir anıt gibi yükselecek İslam toplumunu en alçakgönüllü çalışmalarla, sessizce ve gösterişsizce inşa etmektir.
İnsanlar ölse de, hiç ölmeyen bir ideal var ve bu ideal şahıslara bağlı kalmadan devam ediyor. Ömer Seyfettin’in de hikayelerinde geçer: Allah’ın sözünü yüceltme.
Ali Fuat Başgil,mühim bir adamdır, “Efendim camiler açık, isteyen gitsin,” deniyordu; “Hayır. Din hürriyetinin tamamının olması için neşir ve telkin, talim ve tedris hürriyetinin de olması lazım,” diyordu.
Bir müslüman olarak baktığım zaman da Allah’ın kurguladığı hayattan daha güzeli olamayacağını hissediyorum. O’na bütün kalbimle teslim olmak mecburiyetindeyim.
Kalbî hayatımız Allah’ın takdir ettiği rol üzerine olursa rahat ediyoruz. Ufak tefek sıkıntılar her zaman olur, önemli olan zihinsel ve kalbî hayatımızın belli bir istikamette gitmesi.
Gökyüzü dahil, bütün arz size musahhar kılındı, hiçbir itirazınız olamaz ama siz de Cenab-ı Allah’a karşı mesulsünüz. Onun çizdiği sınırlar dışına çıkmamanız, edebinizi muhafaza etmeniz lazım.
Oysa globalleşme dedikleri dünyanın tek bir renge bulanması demek. Hayat aynılaşır. Çay içerek eğlenen Türkler birden Brezilya kahvesiyle sohbet etmeye başlar.
Bütün bu cilveler insanı Cenab-ı Peygamber’in El-hayru fi mâ vaka’ ( “Vuku” bulanda hayır vardır) hadisinin manasını nasıl da derin derin düşünmeğe sevkediyor!
.. o mübarek zât beni içeri aldı, oturttu,hatırımı sordu; vakur ve azametli bir tavırla nazarlarını gözlerime tevcih ederek: “Evladım; bundan sonra fakiri Hazret-i Peygamber’in varisi bileceksin!” buyurdu ve o andan itibaren olanlar oldu! Sırrım bu ulu zâttan taşan feyz ile önce baştan başa yıkandı ve sonra da tahammülü nispetinde doldu.
..Moderniteyse ihtiras üzerine kuruludur. Dayanağı kendi varlığıdır ve o varlık modern insana, “ Önce ben, hep ben,” dedirtir. Müslümanın varlığıysa nefes alırken bile “Hû” der.