“Ey gözleri şiir yazan çocuklar
Dünya nasıl da yenik ve yaralı
Yorgun düşmüş avuçlarınızda
Bir tek
Sizin gülüşünüz var onu güldürecek
Bir de filiz veren tohum elleriniz
Bugünün yorgun ayaklarını
Yarının güzel sabahlarına götürecek”
Hava ne kadar güzel öğretmenim
Yollar ağaçlar kuşlar ne kadar güzel
Yeryüzü pırıl pırıl öğretmenim
Gizlisi saklısı kalmamış dünyanın
Nesi var nesi yoksa dökmüş ortaya
Bütün bitkiler, bütün hayvanlar, bütün taşlar
Sürüngenler, konglomeralar, serhaslar
Hepsi hepsi ortada öğretmenim.
Ne olur biz de gidelim
Burda kalsın kitaplar
Burda kalsın iğneli karafatmalar
Kollarından bacaklarından gerilmiş kurbağalar
Burda kalsın hepsi
Bomboş kalsın hepsi
Bomboş kalsın evler okullar
Hapishaneler, hastaneler...
Öğretmenim, sevgili öğretmenim
Sırtımıza alırız hastaları
Kim bilir ne özlemişlerdir kırları...
Ya mahpuslar
Ne sevinirler kimbilir
Sarılıp sarılıp öperler adamı.
Melih Cevdet Anday
(Telgrafhane, 1952)
Çocukluk…
Sadece güzellik. İyiliğimiz.
Tanrıyı ve insanı yeniden yaratan büyü.
Yerleri gökleri ayine çeviren zamanlar.
Büyüme cezamız.
Ah o ölümle bile görmeyeceğimiz ‘büyük saat.’
Büyük yalnızlığımız.
Çocukluk…
Bütün uzaklardan dönüp geldiğimiz.
Büyük ayrılığımız. Gözyaşı haritamız.
Büyüme acısı. Dağılmış evler.
Hatırası kalmamış bir bahçe.
Kırlangıçların getirdiği kimsesiz bir akşam.
Yıkıntılar üstünde gözyaşı damlası bir ay.
Çocukluk...
Tanrının süt kokan fotoğrafı.
Hayatın ilk harfi. Büyük şarkısı.
Lekesiz arzu. Ten masalı. Ruhun billuru.
Sevmenin kâğıtsız kalemsiz okulu.
İnsanın bedenine indirilmiş sonsuzluk.
Gömüldüğümüz en güzel mezar.