sevgilisine yaşam öyküsünü anlatan kadın, hemen her zaman: "Küçüklüğümde..." diyerek söze başlar. Onulmaz bir özlem duyarlar o çağa. Çünkü o çağda, hem bağımsızlığın tadını çıkarmakta, hem de başlarının üstünde, iyiliklerine çalışan baba elinin varlığını hissetmekteydiler; yetişkin insanlarca korunan ve doğrulanan bu küçük kızlar, önlerinde açık bir gelecek bulunan özerk bireylerdi ler: şimdiyse, evlilik ya da aşk onlan yeterince koruyamamakta, şimdiki zamanın tutsağı, birer hizmetçi ya da nesne halinde yaşamak tadırlar.
Bütün bu kuşkuların ve zorlukların büyük bir anlamsızlık içinde aklımdan çıktığı ve içimde hâlâ soluklanan, bütün sıkıntılarıma rağmen ve bütün sıkıntılarımın ötesinde tüm benliğimi kaplayan mutlak ve değişmez sevinci solukladığım anlar oluyor yine de. Sonra, onun sadece varolmasının bile gözlerimi yaşartacak kadar beni duygulandırdığını düşündükçe, onun, bir bakıma benim için ve benimle varolmaya devam ettiğini düşündükçe, mutluluktan yüreğim sızlıyor; mutluluğumun bu taşınmaz ağırlığı altında yüreğim duracak gibi oluyor.
Fransa'da bir ses yükseldi ... Varoluşçu felsefeyi benimseyen yazar Simone de Beauvoir kadın varoluşuna kendi yorumunu getiriyordu, Le De u xieme SexeC3l adlı büyük ve kapsamlı incelemesinde: Tarihte ve bugün egemen olan hep erkektir; erkek hayatı kendi var lığına göre biçimlendirmiş, bazen tanrıça, bazen fahişe, bazen ana, bazen odalık olarak gördüğü kadını kah yü celtmiş, kah aşağılamış, ama onu birebir ilişki kurabile ceği bir varlık olarak asla kabul etmemiş, onu "öteki" diye damgalamıştır. Erkekle kadın arasında bir eşitlik ortamı , böylece hiç var olmamıştır. Beauvoir, çare olarak kadının kişiliğini geliştirmesini önerir; kadın eziklikten ancak böyle kurtulacaktır.