Hayatta hiçbir şey ona kıymetli görünmemiş, peşinden koşmak, erişmek, sahip olmak arzusunu vermemişti. Etrafına daima bir yabancı gözüyle bakmış, hiçbir yere bağlanmak arzusu duymamış, bu yalnızlığının gururu içinde memnun olmaya çalışmıştı. Şimdi ilk defa bir şey istiyor, hem de korkunç bir şiddetle istiyordu. Fakat niçin bu istek bir imkansızlıkla beraber gelmişti? Niçin hayatının bu en büyük arzusunu, şimdiye kadar belki yine içinde, fakat en gizli yerlerde saklı duran bu arzuyu, hapsedildiği yeri parçalayarak ortaya çıkar çıkmaz, öldürmeye mecbur kalıyordu?.. Niçin? Kimin için?
Kendi klinik deneyimlerime ve meslektaşlarımın gözlemlerine dayanarak yirminci yüzyılın ortasında bireyin esas probleminin 'boşluk' olduğunu söylemem size şaşırtıcı gelebilir. Bununla sadece insanların ne istediklerini bilmediklerini söylemeye çalışmıyorum; insanlar aynı zamanda ne hissettiklerini de pek anlayamıyorlar. Kendi kendilerini yönete-
memekten veya kararsızlıktan yakınmaya başladıkları zaman, bireylerin temel probleminin arzulan ve istekleri hakkında kesin bir deneyimlerinin bulunmayışı olduğu iyice be-
lirginleşiyor. Acı veren bir güçsüzlük duygusuyla karışık oradan oraya atılmışlık fikrine esir düşüyorlar çünkü kendilerini anlamsız bir boşlukta hissediyorlar.
Ölüme doğru koşmuyoruz, doğum felaketinden kaçıyoruz; onu unutmaya çalışan felaketzedeler olarak çırpınıp duruyoruz. Ölüm korkusu, bizim ilk anımıza kadar giden bir korkunun geleceğe yansıtılmasından başka bir şey değildir.
Varlıklar arasında gerçek ilişki, ancak sessiz bir mevcudiyetle, iletişimsiz bir görünüşle ve iç duaya benzer sözsüz ve gizemli bir alışverişle kök salar.
Ölüme doğru değil bu koşu, doğum felaketinden kaçarız çırpınarak. Bu yıkımdan kurtulanlar onu unutmayı deneyenlerdir
sadece. Doğum anındaki endişenin geleceğe yansımasından başka bir şey değildir ölüm korkusu ....
Saat sabahın üçü. Geçen saniyeleri bir bir duyumsuyor, her dakikanın hesabını yapıyorum.
Neden mi bunlar?- Çünkü doğdum.
Bu, doğuş tartışmasının uzayıp gittiği özel bir uykusuzluk halidir.