Seni de ziyarete geliyorum baba. Sana bir demet çiçek sunuyor ve bana şöyle dediğini duyuyorum: İyi de neye yarar bunlar?
Seni şehrin orta yerinde, ölülerle çevrelenmiş olarak buluyorum; süslenip posta kutuları gibi yan yana toprağa verilmiş ruhlar. Ama sen her zaman kendi köşene çekilmiş olurdun. Kendi krallığında, azade yaşamayı yeğlerdin. Vefatından sonra bile, açıklanamaz bir şekilde ömrünü paylaşmaya ve birlikte bir kız çocuğu yapmaya karar verdiğin kadın olan annemle arandaki boşluğu doldurmaya çalışırken nasıl olur da bir başka erkeğe bağlanabilirdim?
Sen bugün zihnimde hala annemin bir metre önünde yürüyorsun. Ve çocukluğumun o ağaç çotukları arasında azalmak hatta yok etmek istediğim mesafe belki de sizin ikinizin arasındaki mesafeden başka bir şey değildi. Bizim oluşturduğumuz birlikten sıkılan, bu denklemden sıyrılmaya gayret eden ve onun tüm dengesini bozan sen. Benimle annem arasındaki tartışmalarda net ve suskun bir şekilde ''Ne istiyorsun? Benim bu işle bir ilgim yok.'' Sadece bu iki yabani ve inatçı cümleyi yineliyordun. Ve ben seni işin içine katmamayı, senden hiçbir yardım beklememeyi öğrenmiştim.