Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Tarık şahman

Tarık şahman
@tarik82
Mesleğinin ve görevinin verdiği sorumlulukların bilincinde olan, aynı anda okumaya ve yazmaya çalışan, iki kitabı yayımlanmış, halen üçüncü kitap çalışması üzerine kafa yoran kitapsever.
1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin 200.000 civarında askeri esir düşmüştür. Esir alan devletler şun- lardır: İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya ve Romanya. Esir- lerin bir kısmı çok soğuk olan Sibirya'da tutulmuşken bir kısmı da çok sıcak olan Mısır ve Filistin'de ya da çok nemli olan Hindistan'da tutuldu. 1914 yılında başlayan esaret hayatında kimi Türk askerleri, 1927 yılına kadar esir kalmıştı. Esirler, kimi zaman hayvan ahırlarında ki- mi zaman da derme çatma kulübelerde yaşamak zorun- da kalmıştı9. Özellikle Rus ve İngilizlere esir düşen Türk asker- lerinin sayısı; Harbiye Nezareti'nin hazırladığı tahmini bir raporda 133.839 olarak belirtilir. Bunlardan 20.352'si Ruslar, 804'ü Fransızlar, 100'ü İtalyanlar ve diğerleri de İngilizlerin elinde esirdir. Kader, vatan için savaşan Türk askerini Japon Denizi kıyılarından Fransa'ya, Sibirya iç- lerinden Hindistan'a, Kıbrıs, Yunanistan, Mısır ve Irak'a uzanan bir coğrafyada yurdunun, sevdiklerinin hasretine mahkûm eder. Buralardan gönderilen mektuplar, harp yıllarının ortaya çıkardığı zorluklar sebebiyle adresleri- ne ulaşmaz. Türk harp esirleri ile aileleri arasında irtibatı sağlamak üzere, Hilal-i Ahmer Cemiyeti bünyesinde ku- rulan Üserâ Komisyonu'na iade edilir.
Reklam
“15 Bin Mehmetçiği Kör Ettiler. 15 bin Mehmetçiğe yapı- lan bu vahşet unutulur mu? Ama maalesef unuttuk. 1. Dün- ya Savaşı sonrasında Mısır'da Seydibeşir Kuveysna Osmanlı Useray-13 Harbiye Kampı'nda Mehmetçiğe yapılan bu vahşe- tin sır perdesi hâlen aydınlatılabilmiş değil."
Trablusgarp
Mustafa Kemal, kurmay heyetiyle kendi çadırında son hazırlıkları yapıyordu. Fehmi bir Fransız gazetecinin ordugâha geldiğini ve onunla görüşmek istediğini haber verdi. Aceleyle içeri aldı. Madam Kolaro, Jurnal de Nil gazetesinin muhabiriydi. Dünya Trablusgarp'ta gerçekleşen Türk mucizesine karşı kayıtsız kalmamıştı. Silahsız, askersiz karşılarında dünyanın en güçlü donanmasına sahip orduyu durdurmaları mucize gibiydi ve ilgi çekiyordu. Madam Kolaro ilk olarak bu mucizeyi sordu: "Bütün dünya Trablusgarp'ı konuşuyor. Siz daha ne kadar dayanabileceğinizi düşünüyorsunuz?" Mustafa Kemal, Fransız gazetecinin kurnaz gözlerine bakarak cevap verdi: "Türkler en zorlu zamanlarda bile topraklarını terk etmezler. Bu, tarihte asla görülmemiştir. Türkler ancak savaş meydanında mağlup oldukları zaman boyun eğerler. Daha uzun yıllar, İtalyanların para ve güçleri ne kadar yetecekse bu işgale, savaşmak ve onları kıyıda çakılı tutmak için gereken her şeye sahibiz." "Buraya gelirken dikkat ettim. Çadırlarınız, silahlarınız, hatta giyim kuşamınız hep İtalyan malı. Siz İtalya'nın müttefiki misiniz, yoksa onunla savaş mı ediyorsunuz?" Mustafa Kemal sorunun altında yatan ince nükteye karşı bir kahkaha attı. "İtalya bizim evimize haber vermeden gelen ve istenmeyen bir misafirdir. Eşyalarını birlikte kullanıyoruz." Şimdi gülme sırası Madam Kolaro'daydı. Mustafa Kemal, Teğmen Muzaffer'i çağırttı. Ve Eşref Bey'in mintıkasından cepheyi gezmesi için gazeteci hanıma rehberlik etmesini istedi.
Sayfa 244Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
EPİLOG
Mensup olduğum millet, istiklâlini tarihin en asil ve zor bir ateş imtihanından sonra kazanmıştı. Fakat, diğer bir ideale de kavuşması gerekti. Böyle bir ideale kavuşmak için, insanlar tarihte sehpalarda, zincirler içinde ölüp giderler, sürgünlerde ömürlerini geçirirler. Onların imtihanını yalnız çekenler bilir. Onların savaşını hiçbir zaman alkış takip etmez. Alelâde, mütevazı askerler gibi gelip geçerler. Bu, tek başına kazanılmak için mücadele edilen gaye, hürriyet imtihanıdır. İstiklâl Savaşı'nın imtihanında en başta telâkki edilen ve sembol olan Mustafa Kemal Paşa vardı. İşte bundan dolayı onun devrinde eziyet çekmişlerin bile, kalplerinde daima bir yeri vardır. O, sonu gelmeyen hürriyet alanındaki çabalamaların bir sembolüdür. Türk milleti de diğer hür dünya milletleri gibi hür olacaktır. Burada Henry W. Nevinson'un şu sözlerini alıyorum: "Hürriyet denilen şey, biliyoruz ki, tıpkı aşk gibi her gün yeniden kazanılması gereken bir şeydir. Nasıl her gün aşk istersek ve aşkı kaybedersek hürriyeti de öyle ister ve kaybederiz. Hürriyet kavgası hiçbir zaman bit- mez, alanı hiçbir zaman sükûn bulmaz."
Sayfa 333 - Halide Edip AdıvarKitabı okudu
O gün, Alaşehir'in sarp yollarından inerken güneş doğmuştu. Şehir âdeta bir kül yığını gibi yanık sahalarla doluydu. İnsanların ve öküzlerin güçlükle çektikleri top arabalarının arasından atla geçmek zor oldu. Ne Yunanlılar ne de biz, ölülerimizi gömmeye vakit bulamamıştık. Türk ordusu, Türk şehirlerini ateşten kurtarmak için var hızıyla ilerliyor, Yunan ordusu ise, yaptığı bu tarihî yangınlardan süratle kaçıyordu. Türk ordusu şehirden şehire geçtikçe, hep bu yanık harabelerle karşılaşıyordu. Halk darmadağınık. Kadınlar aklını kaybetmiş gibi yerdeki taşları tırnaklarıyla ayırıyorlar. Halkın içinde korkunç bir kin hissediliyor. Cehennem dünyaya gelmiş gibi. İki millet, birisi yakıp yıkmış, ötekisi kurtarmak için hareket hâlinde. Hiçbirisi öbür tarafa zerre kadar merhamet göstermiyor. Sırtın eteğinde hayvanların sulandığı bir çeşmenin başında durdum. Gözlerimi ve kirpiklerimi örten tozdan etrafımı göremiyorum. Gırtlağım tıkanmış gibi. Oradakilerden biri Doru'yu yalağa çekti ve benim de mataramı doldurdu.
Sayfa 298 - Halide Edip AdıvarKitabı okudu
Reklam
Mustafa Kemal Paşa ve esir Yunan general
Mülakat bitince, Mustafa Kemal Paşa ayağa kalktı: -Sizin için bir şey yapabilir miyim, diye sordu. Trikopis: -İstanbul'daki karımın vaziyetimden haberdar edilmesini isterim, diye cevap verdi. O zaman Mustafa Kemal Paşa, Trikopis'in elini yine uzunca müddet elinde tutarak dedi ki: -Harp bir talih oyunudur, General. Bazan en mahiri de yenilir. Siz vazifenizi yaptınız. Mesuliyet talihten geliyor. Müteessir olmayınız. General Trikopis, ellerini sallayarak: -Ah General! En son yapmam lazım gelen şeyi yapamadım, dedi. Bu, anlaşılan, intihara cesaret edememiş olması meselesiydi.
Sayfa 297 - Mustafa Kemal Paşa, TrikopisKitabı okudu
Başında bulunduğum Tetkik-i Mezalim Şubesi'nde Yakup Kadri, Yusuf Akçura, bir mülâzım, bir de bir fotoğrafçı hizmete memur edilmişlerdi. Mülâzımla fotoğrafçı en uzak yerlere giderek resim çeker, bana, harap edilmiş köyler hakkında rapor verirlerdi. Birkaç gün sonra, benim de tetkike şahsen katılmam gerektiğini hissettim. Çünkü, Yunanlıların
Sayfa 250 - Halide Edip AdıvarKitabı okudu
Mustafa Kemal Paşa, ben oturduktan sonra, Ankara hakkında havadis sordu. Aynı zamanda, tahta masanın üzerindeki bir haritaya eğilerek durumu dört yaşında bir çocuğun anlayabileceği kadar açık ve sade bir ifade ile anlattı. İşte Sakarya, kıvrılarak gidiyor. Etrafına birtakım toplu iğneler üzerinde kırmızı ve mavi kâğıtlar konul muş. Bir kelebeğe benzeyen iğneler. Eğer askerî durum hakkındaki duygularımı Mustafa Kemal Paşa'ya söylesem, mutlaka gülerdi. Yunan ordusu kocaman bir canavar gibi Ankara'ya yaklaşmış görünüyordu. Buna muvazi olarak Sakarya'nın doğusunda Türk ordusu da kıvrıla- rak bu canavarın Ankara'yı yutmasına mâni olmaya çalışıyordu. Siyah canavar o kadar kocamandı ki, insana yeis veriyordu. - Eğer Ankara'ya gider de bizi geride bırakırsa, ne yaparız, diye sordum. Korkunç bir kaplan gibi güldü: -Bon voyage, messieurs, derim. Arkalarından vurarak onları Anadolu'nun boşluğunda mahvederim. Ben ayağa kalkarak İsmet Paşa'ya gidip: - Sizinle görüştüğümü bildireceğim, dediğim zaman, ilk defa olarak tabiî bir gülüşle güldü: -Yeriniz rahat mı, diye sorduktan sonra, akşamları kendi masasında yemek yememi söyledi. İsmet Paşa, Miralay Arif ve yâverleri de orada yemek yiyorlardı. Sakarya Savaşı sırasında, Mustafa Kemal Paşa’nın hususiyeti bambaşkaydı. Zaferden emin, aksi takdirde bütün arkadaşlarıyla beraber ölmeye hazır görünüyordu.
Sayfa 236 - Halide Edip Adıvar, Mustafa Kemal PaşaKitabı okudu
Burası İsmet Paşa’nın odasıydı. Ayakta, bir binbaşı ile konuşuyordu. Genç binbaşı odadan çıkınca, bana döndü bir tahta iskemle gösterdi: -Artık benim ordumda bir nefersin, dedi. Ben de çok askerce bir tavır aldım. -Evet, Paşam, dedim. Bana küçük, bir odalı bir ev vereceklerini ve bir de nefer bulacaklarını söyledikten sonra: -Başkumandan'ı
Sayfa 234 - Halide Edip Adıvar, Mustafa Kemal Paşa, İsmet PaşaKitabı okudu
Orduya katılma isteği ve Başkumandandan gelen cevap
Durum çok korkunç bir hâl alıyordu. Yüz bin kişilik Yunan ordusu, bütün mühimmatı ve levazımı ile, Ankara'ya gelmek istiyordu. Hatta, Ankara'da bazı İngiliz zabitlerine ziyafet vereceklerini söyleyerek onları davet etmişlerdi. Türk ordusu yirmi beş bin kişilikti. Henüz bir mağlubiyet geçirmişti. Ateş kuvveti Yunanlıların yarısından azdı, nakil vasıtaları çok kıttı, silâhları değerce düşüktü. Bu, son teşebbüstü. Ya son bir taarruza geçmek ya da mahvolup gitmek gerçeği ile karşı karşıyaydık. Fakat, bizler o günü görmeyecektik. İşte, garip bir surette "ben" denilen şeyin tamamen milletin içine karışmış olduğunu en fazla o zaman hissettim. Millet göçerse, ben de onlarla beraber gitmek istiyordum. Bence kendimin, bir küçük parça olmamın hiçbir önemi yoktu. On Altı Ağustos'ta, Mustafa Kemal Paşa'ya telgraf çekerek gönüllü olmak istediğimi yazdım. Beni Garp cephesine tayin eden bir cevap aldım. Sureti aşağıdadır: Halide Edib Hanımefendi Hazretlerine Aceledir Garp cephesi Ordu safları arasında vatanımızın müdafaasına fiilen iştirak' için şiddetli arzu ile vuku bulan müracaat-ı vatanperveraneleri orduca memnuniyetle telâkki olundu. Hizmet-i fiiliye-yi askeriyyeye kabul ve Garp cephesine memur edildiğinizi tebliğ ederim. Keyfiyet cephe kumandanlığına da şi'ar kılındı. İlk vasıta ile cephe karargâhına müracaat ve oradan vazifenizin telâkki buyurulması rica olunur. Fi 18/8/37 BAŞKUMANDAN MUSTAFA KEMAL
Sayfa 231 - Halide Edip Adıvar, Mustafa Kemal PaşaKitabı okudu
Reklam
“Onlar (Yunanlılar) zafer ve Megalo İdea için dövüştüler, fakat Türkler ocaklarını ve yurtlarını korumak için savaştılar." A. H. LYBEYER
Sayfa 227Kitabı okudu
Kaymakam Nazım (Miralay Nazım, Mehmed Nazım)
Öğleden sonra, Askerî Hastahane'nin doktoru geldi, hastaları kaldırmakta olduklarını söyledi ve Nâzım'ı görüp görmek istemediğimi sordu. Onu Ankara'ya götürecekler ve askerî merasimle kaldıracaklardı. Şimdi, doktorun önümüzdeki camlı kapıya neden bu kadar hayretle baktığını ve niçin hastahaneyi ziyarete geldiğini sezdim. Ben onun
Sayfa 223 - Halide Edip AdıvarKitabı okudu
Hastane
Başımı döndüğüm zaman, Mustafa Çavuş yandaki yataktan bir ölüyü kaldırıyordu. Yaralılardan birinin yatağına sığmayacak kadar uzun boylu kocaman bir çavuş olduğunu hatırlarım. Karnından yaralıydı. Doktorun hiç ümidi kalmamıştı. Fakat, bu kadar iri bir adamın ölmesine insan inanmak istemiyordu. Ona kaşıkla süt vermeye çalışırken, Nâzım'ın çavuşu yavaşça dedi ki: - Biz onunla beraber savaştık. Bir arslandır. Bir kadının elinden kaşıkla süt içmesi ne tuhaf! Ertesi gün, koğuştan çıkarken, sofanın sedyelerle dolu olduğunu gördüm. Her yer tıklım tıklım dolmuştu. Kımıldanacak yer kalmamıştı. Kimse, hatta, hastabakıcılar bile gülmüyordu. Ameliyat masası kan içindeydi. Herkes susmuştu. Bakıyorsunuz, genç bir zabit, iki yaralının elini yakalamış, çocuk gibi ağlıyor. Büyük bir sedyenin içinde koskocaman bir adam: - Ben yaşamak istemiyorum, ölmek istiyorum. O öldü, kumandanım öldü, diye söylenip ağlıyor. - İntikamını alacağız, sözleri ile o parça parça, kasap dükkânındaymış gibi duran insanların arasında garip görünüyordu. İşte, savaş denilen kanlı ziyafetin burası mutfağı. Orada insan parçaları, gelip geçiyor. Savaş büyük isimler yapıyor, siyaset adamlarının, kumandanlarının heykelleri yapılıyor, halk onlara tapıyor. Halbuki burada, iki dakikada gelip geçen büyük ruhları kimse ne biliyor, ne anıyor.
Sayfa 220 - Halide Edip AdıvarKitabı okudu
Yazın sonlarına doğru, işim biter bitmez, Çiftlik'e çekiliyordum. Yeşil akasyalar artık altın rengini almışlardı. Çay, daima akıp geçiyor, ağustos böcekleri ötüp duruyorlardı. O günlerde bir akşam, Mustafa Kemal Paşa Çiftlik'e geldi. Uzun uzun konuştuk. Pek dediğini anlamadım. Bana sordu: -Doğru değil mi, Hanımefendi? -Dediğinizi pek
Sayfa 172 - Halide Edip AdıvarKitabı okudu
Mustafa Kemal Paşa, fikrini yürütmek için her nevi sistemi kullanıyor, zaman zaman, bir George Washington tavrı alıyor, bazan da Napoléon havası yaratıyordu. Fakat, ilim sahasında çok yüksek olanlar bile onun kudretine yaklaşamazlardı. İnsan tabiatının en zeki bir mümessili olan Mustafa Kemal Paşa daima mevkiini muhafaza edebildi.
Sayfa 171 - Halide Edip AdıvarKitabı okudu
97 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.