Şöyle bir sahne düşünün: birbirlerini tanımayan üç dört yüz kişiye çift çift ayrılmaları ve eşlerine şu bir tek soruyu tekrar tekrar sormaları söyleniyor: “Ne istiyorsun?”
Daha basit bir şey olabilir mi? Masum bir soru ve onun yanıtı. […] Çoğu kez birkaç dakika içinde oda yoğun bir heyecanla sarsılır. […] Ta derinlerinde çalkantılar yaşarlar. […] Ölmüş ya da yanlarında olmayan anne ve babalara, eşlere, çocuklara, arkadaşlara seslenirler: “Seni tekrar görmek istiyorum.” “Sevgini istiyorum.” “Benimle gurur duyduğunu bilmek istiyorum.” “Seni sevdiğimi ve bunu sana hiç söylemediğim için ne kadar pişman olduğumu bilmeni istiyorum.” “Benimle gurur duyduğunu bilmek istiyorum.” “Dönmeni istiyorum – öyle yalnızım ki.” “Hiç yaşamadığım çocukluğumu istiyorum.” “Bir şey başarmak istiyorum.” […]
Ne çok istek. Ne çok özlem. Ve ne çok acı, yüzeye ne kadar yakın, yalnızca birkaç dakika derinde. Yazgı acısı. Varoluş acısı. Hep orada olan, yaşam zarının hemen altında sürekli uğuldayan acı. Ulaşılması böylesine kolay olan acı.
Sayfa 11 - Remzi Kitabevi