Merhabalar.
Kitabımız, genç yazarlardan Tezcan Topal'ın, ''Noterler Hep İkinci Kattadır'' adlı eseri.
Kitapta, Nejat isimli kendine yazar diyen ama yazardan daha çok haybeden bir insan izlenimi veren kahramanımızın başından geçen bir dizi olayı okuyoruz. Fakat bu olaylar o kadar anlamsız, o kadar saçmalık dolu ki, okurken yazar adına ve bunu
+ Neden yazıyorsun ?
- Bazıları konuşur, bazıları şaka yapar. Bazıları güler. Bazısı düşünür. Bazısı dinler. Bazısı yer. Bazısı içer. Bazısı ne yapacağını bilemez. Bazısı öğrenir. Bazısı taş sektirir. Bazısı ıslık çalar. Bazısı koşar. Bazısı yorulur. Bazısı hırslıdır. Bazısı hırsına yenik düşer. Bazısı üzülür. Bazısı bunu meslek haline getirir. Bazısı söyler. Ben de yazıyorum.
Bir gün uyanırsın ve tüm çocukluğunun bir şehrin arkasında kaldığını görürsün. Sen o şehri bulmaya çalışırsın ki bulduğunda işte sen tam da masanın başında o şehri yazıyorsundur.
Merak ettiğim bu kitap için, noterlerin neden ikinci katta olduğuydu. Cevabını alamadan son sayfalara doğru bu merakım ana karakterle yitip gitti diyebilirim.
Kitaptaki konuya değinmek gerekirse fikrim, babalar her zaman haklı değildir hatta her baba baba değildir. İyi bir evlat olmak bazen bizim elimize olmuyor hayatın akışına ayak uydurmakla da iyi olunur o akışı bozmakla da işte burada fikir ayrılıkları yaşamamız çok normal.
Oradan oraya sürüklenen aklının bir kaç farklı yerde kaldığı bir -yazar- adamın hikayesi bu. Bazı kitaplar hayat tecrübesiyle bir anlaşılır bu da zannımca öyle kitaptı.
"Aslında bu, dünyanın en güzel meselesiydi; seviştikten sonra tekli koltukta derin derin nefes almak, sevişmek ve diğer bazı şeylerden çok daha lezzetliydi."
Sevdiğim,
Ne diyeyim ki? Adınla başlanmıyor artık mektuplara; unuttum adını. Tuhaftı da zaten. Etrafımda senin adınla çağrılmıyor kimse, içime sesleniyorum sadece, seninle ara ara konuşurken. O yüzden yok adın iki dudağımın aralığında. Sevdiğim! 'Sevdiğim'in içinde -di'li geçmiş zaman... Yani bir zamanlar eskidendiler, birazcık da hala var. Ey bir zamanlar gönlümün yongası, ilk kalp çarpıntım, ilk çırpınışım, gözümün ilk nuru, yazdığım her sözcüğün başlangıcı, seneler evveli sevdiğim... Nasıl sıkıştırabilirim seni şimdi bir ismin beş harfine?
Ellerim yaralı. Ancak sana baktıkça iyileşir bütün yaralarım.
Sensizlik yavaş yavaş zehirliyor beni. Gün geçtikçe, sensizlik biraz daha kanıma karışıp sinsice öldürüyor. Sen olmayınca, içtiğim tek dal sigara, bir bardak çay zehirliyor işte. Okuduğum kitaplar, konuştuğum insanlar, yürüdüğüm yollar zehirliyor.
Yokluğun aklımı ve kalbimi zehirliyor. Bir çocuk yüzüme gülse zehirleniyorum. Bir banka otursam, denize dönsem yüzümü, gözlerimi kapasam, bir kuş kanat çırpsa, babamın fotoğrafına baksam, metrodaki kalabalığa karışsam zehirleniyorum. Hayata dahil olduğum her an, parça parça yok oluyorum.
Beni soracak olursan böyle.
Sen nasılsın?
Çünkü kendimi hiçbir zaman o kadar güçlü hissetmedim. Korkularımı, zayıflıklarımı bildiğim kadar yola çıktığım insanların ikiyüzlülüklerini, kaypaklıklarını da çok iyi biliyordum... Onlara sonuna dek inanmamın benim sonum olacağını da iyi biliyordum. Çünkü daha yazacak onca yazım, gidilecek onca yerim vardı. Kendimi sadece duygularım, daha yapacaklarım, enerjim, başkalarıyla paylaşacağım umutlarım için korudum daha çok... Biliyor musun bu korkularım ve zayıflıklarım korudu beni yok olmaktan ve bu hayatın yalanlarına ve yozluklarına karşı kendimi savunmamı onlar bana öğretti...
Kim ne derse desin gerçekten istediğin şeyleri yapmak için hiçbir yasak tanımadan harekete geçmediğin bir hayat, korkakça yaşanmış, boşa geçmiş, mutsuz bir hayattır.
Eski denilince hele ki içinde sevgili varsa konunun, akla ilk sevgilinin gelmesinden daha doğal bir duygu yok. Ve bu duygu, tüm pişmanlıkların göz önünden film şeridi gibi geçip gitmesiyle, bir acı gibi saplanır yüreğe. Kitabı , artık okumam gerektiğini hissetmiş gibi aldım elime. Pişmanlıklarımla yeniden yüzleşmek istermiş gibi. Ben bir yandan kitabı okuyordum bir yandan geçmişimi izliyordum. Çok güzel mektuplar, denemeler, anılar vardı kitapta. Her bölümünü ayrı ayrı sindirerek okudum. Çok altını çizdiğim tümceler, sözler oldu. Hepsi birbirinden değerli.
Mektup yazmak kolaydır ama O'na yazıyorsan, hem nasıl başlayacaksın ki, her sözcüğü bir kez değil beş kez on kez yeniden okursun. Öyle yazarsın. Neleri sığdırabilirsin mektuba. O okurken sıkılmasın diye neleri feda edersin anlatmaktan. Son sözünde yüreğini bırakırsın da yine içindeki heyecandan ellerin titreyerek zor koyarsın zarfa. Böyle bir mektup yazılmışsa, yazan da yazılan da çok sevmiştir belli. Yazın. Mektup yazacak kadar sevin...