Bir gün kendi üzerimize konuşmayı başardığımızda, üzerimizdeki yüklerden, oramıza buramıza bulaşmış killerden, ziftlerden, bizi kendimize bile tanınmaz kılan tozlardan kurtulduğumuzda sana değil ama kendime çok iyi geleceğim kesin.
Uyumsuzluğumun farkına vardığımdan beri sorunlarımın değişmediğini görmenin şaşkınlığı içindeyim. Hep aynı nostaljik temalar yineliyor, hep aynı günah keçilerini arıyor, hep aynı siperlerin ardına saklanıyorum; asırlık zafiyetin kısırlaştırdığı düşüncem bayatlamış klişelerle iş görmektedir. Kuşkusuz zamanla dramın kahramanları değişmekte ama dramatürji hep
aynı kalmaktadır. Hep başkasının kurbanıyımdır. Masum oldugum kesindir; başıma gelen bütün belaları, denetleyemediğim esrarengiz güçlerden bilirim.
Belli ki kendi hayatını mütemadiyen inşa etmek bitmek tükenmek bilmeyen bir irade kullanımını, sürekli tetikte duran bir havsalayı ve her daim kullanımda olan bir idrak bütünlüğünü gerekli kılıyor.
Bazen filtre diye sıra sıra dizilmiş bentleri nefsime
uyup bir çırpıda yerle bir ettiğim de olmuştur ama
onlarda da esas hikâye pişmanlık duygusuyla birlikte
basıyor. Garip bir şeydir insanin kendini inşa etmesi,
kendiyle karşı karşıya gelmesi. Hatta daha neler neler var ki, bunların hemen hepsinde bir yandan bilinç
düzeyinden bir yandan da bilinçaltından sökün eden
şeyler var. Onları dikkate almadan bir tercihte bulunmuyoruz. Hasbelkader onları bir şekilde çiğneyip yol aldıysak sonradan bizi kendimize getiren de bu kök
değerler oluyor. Yaptığınız size ya hepten yanlış görünür, biri size hatırlatır, üzerine basa basa gösterir ya da sonradan içiniz rahat etmez, size uymayan tarafları vardır, olmuş bitmiştir ama bir türlü içinize sinmemiştir. İşte tam da o saatte sizi öyle takip eden şu muhteşem kök hafıza devreye girer; sizi yargılar, yaptıklarınızdan sigaya çeker, âleme geçmez eder, sizi kendi içinizde hayıflanmanın türlü cepheleriyle boğuşmaya zorlar.
İnsan yüklerinden kurtulabilir mi? Geldiğim nokta zor olduğuydu. Sırtımızdaki resmen yumurta küfesiydi. Kemikleşmiş yaklaşımlar, klişe söylemlerle yol alışlar, irade dışı teslimiyetler ve yer yer bir akıntıya kendini kaptırma hali. Hepsinin benim için orada bir karşılığı vardı.
Geçmişten, romantik atıflarla değerlendirme yapacak bir yerde durmuyorum. Oradan getirdiğim
hasletleri ölene kadar sürdürmek için elimden geleni
yapacağım, âmenna. Ama insan yine orada sahiplendiği kimi söylemlerle, tavır ve davranışlarla nasil yüzleşecek, nasıl karşılaşacaktır?
Biraz ileri bakmak değerliydi, projeksiyon anlamlıydı. Biraz geçmişe biraz da tecrübelere dönmek hiç de basit değildi. Ama biz kendimizi üzmeyi de yormayı da çok seviyorduk.
“Bizim eksiğimiz sosyoloji bilmemek, toplumun güçlü dip akıntılarından habersiz olmak, varlıklarını 'anlamlı
belirtisel suskunluklarla' afişe edenleri kâle almamaktı.
Oysa bilmek sabır kadar, anlamak da zafer kadar değerliydi.”
“Belli ki kendi hayatını mütemadiyen inşa etmek bitmek tükenmek bilmeyen bir irade kullanımını, sürekli tetikte duran bir havsalayı ve her daim kullanımda olan bir idrak bütünlüğünü gerekli kılıyor.”