Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.36.38
Elif
Elif
@theelifff
1344 okur puanı
Kasım 2019 tarihinde katıldı
Okuma Hedefleri
Ayfer Tunç'la tanıştığım ilk kitap,kalemi beni gerçekten etkiledi. Bir kitabın sizi içerisine çekip sürüklemesi her yazarın harcı değildir. 127 sayfalık bir kitap olmasına rağmen derinliği anlamı çok fazla. Kitabımızın şöyle bir özelliği var Sağ tarafta Ekmel Bey'in günlüğünü,sol tarafta ise Derya Hanım'ın günlüğünü okuyoruz. Ne yazık ki ben bir gaflette bulunup kitabın 30 sayfasına gelince anladım bu durumu ilk başta bir şeylerin tam oturmadığını anlamıştım ama neyin uyuşmadığını ufak bir araştırmadan sonra anladım.Farklı yorucu ama güzel bir teknik. Önce Ekmel Bey'i okumaya başladım sonra Derya'yı. Okudukça yazarın kalemine hayran kaldım. İkili ilişkileri bu kadar güzel bir şekilde aktarması beni çok etkiledi.Suzan karakterini Derya'dan dinliyoruz.Suzan aşkın bir temsili.Okurken karmaşık duygular yaşadım bazı yerlerde kendi hayatımdan parçalar gördüm belki de bu yüzden çok sevdim kitabı.Derya'ya asla ısınamadım hissettiği şeyleri bir yerde anlayıp üzüldüm ama hep uzak bir karakter kaldı bana abisine olan sevgisinden (ne kadar sevgi denebilir bilmiyorum)
Kitap hakkında fazla bilgi verip kitabın tadını kaçırmak istemiyorum.Kitabın içeriği de kısaca şöyle; yanlış yapılan evlilik,Suzan'ın aşkı,kadın-erkek ilişkisi.
Okumak için çok geç kaldığım bir yazar oldu sizde gerçekten güzel bir kitap okumak istiyorsanız vakit kaybetmeden okumalısınız bence şimdiden keyifli okumalar dilerim.
Kitabı bitirdikten sonra kafam da bir sürü sorular belirlendi.Neden böyle içerikli bir kitap?Bu kadar rahatsız edici,insan olmaktan utandıran ,her insanı artık sorgulama zorunda bıraktıran insanları acaba kafalarından neler geçiyor diye düşündüren bir kitaptı.Yazarımız burada acaba toplumun aynası olup at gözlüklerimizi takıp görmekten kaçtığımız
“acıyabilmek”
Yıllar önce okuyup kitabın içeriğini unuttuğum bir kitaptı.Kitap hakkında hatırladığım tek bir şey vardı “acımak” duygusu.Bugün bu satırları yazarken yine aynı hissi taşıyorum.Hakikat bazen gördüğümüzün ötesindedir ya Zehra’nın hayatı da tam olarak böyle.Yıllar boyunca babasına kin duygusu bile beslemeyecek kadar soğumuş bir kalp.Bütün her şeye rağmen çocukları için direnmeye çalışan Mürşit Efendi...Kitabın ilk sayfalarında Zehra’nın bakış açışından çocukluğunda babasıyla ilgili yaşadığı hatıralar var devamında ise Mürşit Efendi’nin yaşadığı acı gerçekler var.Hepimiz hayatta iyi insan olmanın mücadelesini veririz ama hayatta öyle kirli kalpler vardır ki kirliliklerini bizede bulaştırmak için türlü oyunlara başvururlar.Mürşit Efendi de bu kirli kalpli insanlara denk gelmiş.Hele kaynanası yok mu tam bir dalavereci.Aslında kitabı anlattıkça anlatmak istiyorum ama çokta içeriğini girip okuma hevesinizi kırmak istemiyorum.Okuyacaklara şimdiden keyifli okumalar diliyorum.
Okur Takip Önerileri
Her okuduğumda aklıma çocukluk hatıram gelir.Daha 4-5 yaşlarında adaşımla yere uzanıp gökyüzünü seyretmeyi en parlak yıldızı bulmayı çok severdik.Gökyüzünün,yıldızların bizim için anlamı çok farklıydı.O Yalova’da ben İstanbul’da,gökyüzüne her bakışımda en parlak yıldız benim için o,onun içinde bendim.21 yaşındayım hala gökyüzüne bakınca onu hatırlarım.O da bu hatıramıza sahip çıkıp benim için “Göğümün en parlak yıldızısın” der. Çocuklara has duygulardır böyle ince duygular.Küçük Prens’in de dediği gibi büyükler bunu anlayamaz.Kitap hakkında incelemeden çok bana hissettirdiklerini yazmayı yeğledim.Yüreğiyle okuyanlar için her seferinde okunulacak bir kitap.
Yoğun duygularla işlenmiş bir aşk kitabı.Ama ben kitaba tek bu açıdan bakmadım.Kitabın içinde sayısız güzel şiirler ,yazarlar, tarihi bilgiler vardı daha çok onlara odaklandım açıkcası.Aslı ve Murat’ın üniversite yıllarında tanışıp yaşadıkları aşk hikayelerinin İstanbul-Bursa ve Amerika üçgeni içerisinde ele alınan klasikleşmiş bir aşk.Aşk demek ne kadar doğru bilemiyorum ben okurken onların yaşadıkları duyguları aşk olarak nitelendirme konusunda kararsız kaldım.Çoğu kişiye göre belki aşktır.Aslında kitap hakkında söylenecek pek bir şey yok Aslı’nın gelgitleri,Murat’ın Aslısı için çabalaması ve sonuç yarım kalmış bir duygu.Hatalar,Keşkelerle dolu bir roman.Okumak isteyenlere keyifli okumalar diliyorum şimdiden.
Kitabı ikinci kez okuyuşum.Belki de ömrümün sonuna kadar ara ara açıp tekrar okuyup tekrar üzerinde düşüneceğim bir kitap.İlk okuduğum zaman da şimdi de etkilendiğim iki cinayet vakası bulunmakta.Birinci etkilendiğim katili hala aramızda. “Mobilyacı Katili” belki denk gelmişsinizdir Türkiye’nin seri katillerinden biridir.Küçükken yaşadığı trajik
Yazarın okuduğum ilk eseri. Okurken kendi hissettiğim duyguları buldum satırlarında. Yazdığı cümleleri hissedebilmek için acılarına baktım. 42 yaşında hayata gözlerini kanser hastalığı yüzünden yummuş. Ama geriye kendinden kalan duygularını hislerini bırakmış. Her yazar da illa bir acımızı mutluluğumuzu bulduğumuz yerler olur. Ben acıları buldum Tezer’de … Ön sözde de değinildiği üzere “Acılarından kalanlardır bu kitapta okuyacaklarınız.”
Kitabı anlatmak çok zor. Yoğun duygu tattığımız her şeyi anlatmak zordur. Kendinizi bu güzel eserden mahrum bırakmayın. Çünkü ben ne kadar da anlatsam kelimeler cümleler yetmeyecek Kalanlar’ı anlatmaya.
Keyifli okumalar.
Bugünü kitap incelemesi günü ilan ettim :)) Hayatın yüklediği sorumluluklar arasında kitap okuyabilmek ve bunu paylaşabilmek büyük bir mucize gibi benim için. Evet, gelelim kitabımıza birçok konudan oluşan aforizmalardan oluşan bir kitap. Okurken sürekli altını çizdiğim bir kitaptı öyle çok ki hala çoğu alıntıları paylaşılmak üzere duruyor :)) Yazarın sanat, hayat, aşk gibi düşüncelerinden ve gözlemlerinden oluşuyor. Okumak isteyenlere keyifli okumalar diliyorum :))
Kitabımız 50 sayfadan oluşuyor. Konusunu kısaca özetlemek gerekirse Akatan’da yaşayan kabile reisi olan Naass’ın intikam almak duygusuyla çıktığı yolculukta yaşadığı zorlukları engelleri anlatıyor. Kitaba dün gece başladım çerezlik bir kitap olmasına rağmen kitabı bugün bitirebilme şansı buldum. Kitabı daha yeni bitirip hemen çayımı kaptığım gibi incelemesini yapmak istedim. Sonrasında unutma gibi durumlarım oluyor :)) Kitabın ilk 10 sayfasına kadar kitabı kafamda oturtamadım sonrasında olaylar birbirini takip edince kitabın konusu kafamda tam oturdu. Siz de okurken bu durumla karşılaşırsanız panik yapmayın okumaya devam edin :)) Babadan oğula geçen bir kan davası tanıdık geldi mi size bu konu Türkiye’de alıştığımız bir konuydu bir zamanlar belki hala vardır… Naass neden öldürmesi gerektiğini sebebini bir türlü anlayamadığı bir kan davasını yerine getirmek zorundadır. Naass bu durumun doğru olmadığını kitapta şöyle dile getiriyor; “Ölmüşlerin kavgasını neden yeni doğacak olanlar sürdürmek zorunda diye hayret ettim, bu işte doğru bir yan göremedim.”
Bu düşünceyle öldürmek yerine sevmeyi seçip atasının düşmanı olan ailenin son kızı olan Unga ile evlenmeye karar verir. Her şey tam yolunda giderken düğün günü denizden gelen Naas’ın tabiriyle; “Tanrıların dünyanın ilk dönemindeki erkekleri örnekleri alarak kalıba döktüğü” erkek gibidir. Bu adam Unga’yı alıp kaçırır. Naass ise peşine düşer.
Okuyacaklara keyifli okumalar dilerim.
Kitapla tanışmama lise zamanında bir arkadaşım vesile olmuştu. Beni bu kitapla tanıştırıp hediye ettiği için teşekkürü bir borç bilirim.
Merhamet dizisini izleyenler bilir bu kitaptan uyarlanma bir dizidir. Kitabı okurken akıcılığı zaten dizisini izliyormuşsunuz gibi sizi alıp götürüyor. Kitabın konusuna gelirsek, küçük bir yer olan Yaslıhan’dan
Bir yandan vatan sevdasından yârini geride bırakıp vatanı savunmaya giden İslam Bey, diğer yandan İslam Bey için erkek kılığına giren ve savaşa giden Zekiye.
Namık Kemal’in bu eseri Türk Edebiyat tarihinde ilk sahnelenen tiyatro eseridir. Kitabın konusunda her ne kadar vatan sevgisi ağır olsa da Zekiye’nin İslam Bey’e olan sevgisi de kitabı derin tutkular içinde okumamıza sağlıyor. İslam Bey vatan sevgisini en içten duygularla yaşayan bir beydir. Öyle ki yâri olan Zekiye’yi ardında bırakıp Kırım savaşına gider. Zekiye ise babasını hiç tanımamış, annesini de yakın zamanda kaybetmiş biri olarak yârinin peşinden erkek kılığına girerek gider. Her satırında bütün duyguları hissederek okuyacağınız güzel bir edebi eser. Hatta ilk sergilendiği zaman bu duyguları hisseden halk büyük bir heyecana gelip gösteri yürüyüşü yapıyor. Ne yazık ki bu edebi eser Namık Kemal’i sürgüne gönderir. Namık Kemal sürgündeyken eser “Vatan” yerine “Vatan Yahut Silistre” olarak oynanmış. Bu sebepten ötürü kitabın ismi böyle kalmıştır.
Sineklerin Tanrısı… Nedir bu? Sineklerin Tanrısı, bu hastalığı, yani insanların içindeki kötülüğü simgeliyormuş. İngilizlerin Beelzebub dedikleri şeytanın Kutsal Kitap’taki İbranice adı, Sineklerin Tanrısı anlamına gelen Ba-al-z-bub olduğu için de Golding kitabına bu adı vermiş.
“Hangisi daha iyi? Sizler gibi yüzü boyalı bir vahşi sürüsü olmak mı,
·
Puan vermedi
Dave Robicheaux geçmişte birçok savaş vermiştir: Vietnam'da, katillere ve dolandırıcılara karşı, küstah polislere karşı, ve alkol şişesine karşı... New Orleans cinayet masası dedektifi Dave Robicheaux gölde balık tutarak yıllardır peşini bırakmayan kâbuslarından bir nebze olsun uzaklaşmak ister. Ancak genç bir hayat kadınının gölde yüzen cansız bedeni yüzünden tatilini kısa kesmek zorunda kalacaktır. Sorunlar Robicheaux'nun kadının cinayetini araştırma konusunda ısrar edip olayın göründüğünden çok daha derinlere indiğini keşfetmesiyle başlar. Polis bile bir sebepten bu cinayetin ifşa olmasını istememektedir. Yeraltı dünyası ve yerel yetkililer bir araya gelip Robicheaux'ya tuzak kurunca Dave bir anda kaçak konumuna düşer. Kendini zehir tacirlerinin ve silah kaçakçılarının dünyasında bulan dedektif, hayatta kalmak ve olaydaki sır perdesini aralayabilmek için öncelikle kendi iç dünyasıyla barışmak zorundadır.
Savaş sırasında Naziler tarafından tutuklanan ve çeşitli psikolojik işkenceler gördüğü bir hücreye kapatılan Dr.B.günün birinde sorgu odasındaki askıda bir kaputun cebinde küçük bir kitap bulur,bir satranç kitabı.Hiç bilmediği bu oyunla ilgili kitabı çalmayı başarır be mutlak bir yalnızlığa mahkum edilerek hiçliğin eşiğine itildiği odasında zihnini oyalayacak bir şey bulduğuna inanır,ancak tecritte ne satranç taşları ne de bir satranç tahtası olduğu için oyunun inceliklerini öğrenirken dahilik ile deliliğin sınırlarında gezer.Suçsuzluğu ispatlanıp salıverildiğinde bir gemi yolculuğunda dünya satranç şampiyonu ile iki yolcunun oyununda kendini bir anda taktik veren ses olarak bulur,sonra da kendisine birebir maç teklif edildiğinde artık geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir.
Kadın kalbinin getirdiği bu yolda kalbinden öldürüldü
Kitabın incelemesine bakınca diziyle kıyaslanarak yorum yapıldığını gördüm. Diziyi hiç izlemeyen bir okur olaraktan kitapta ki olay akışını anlatacağım size. Kitabın ilk sayfasında öncelikle Firdevs hanımdan başlanarak sırasıyla karakterlerin isimleri ve karakteristik özelliklerine yer veriliyor. Ardından Adnan Bey’in ,Nihad Bey aracılığıyla
Bir staj sabahı staja giderken otobüste bir hanımefendinin elinde gördüğüm bu kitap aşırı dikkatimi çekmişti neden Pembe Fili Düşünme? Kitabı hiç araştırmadan o gün staj yerimin karşısında ki AVM’den öğle paydosun da gidip almıştım.Staj zamanının en sevilen yanı buydu sanırım :))
Gelelim kitabın içeriğine o aşırı dikkatimi çeken kitap beni hayal kırıklığına uğrattı.Sürekli kendini tekrar eden cümleler içerisinden oluşan bir kitap. Kitabın arkasında yazan aynen şu şekilde:
düşünmemem gerekiyor.Tamam,o zaman kocaman,gri bir balina düşünürüm.düşünme.Balinalarda değil mi su püskürten?O kadar zaman nefeslerini mi tutuyorlar,ne yapıyorlar?düşünme.Geçenlerde aldığım kitabı da düşünebilirim.düşünme.Çok heyecanlıyım başlamak için.düşünme.düşünmemem lazım.Acaba kaç defa düşündüm?düşünme.Böyle de düşünmemem lazım galiba.düşünme.düşünme.Mini mini bir kuş donmuştu,pencereme konmuştu.düşünme.Of kaç dakika oldu acaba?düşünme.Dakika tutmayı unuttum galiba.düşünme.düşünme.Acaba telefonum nerede?Kılıfı da pembe! La la la la.düşünme.
Nasıl siz okurken bir sinirlenme hissettiniz demi?Yazar kendi yaşadığı sorunlardan ve duygulardan yola çıkarak bize de kendi öğrendiklerini aktarmak istemiş ama keşke kendini bu kadar tekrarlayan cümleler kurmasaymış.Bir ara sinirlenip kitaba devam etmek istemediğimi bile hatırlıyorum ki ben asla böyle bir şey yapmayı sevmeyen bir insanım.
Karşınızda ki güler yüzlü bir kadının seri katil olabilme ihtimalini hiç düşündünüz mü?İçgüdüsel olarak kadınlardan bir tehdit gelmeyeceğine ilişkin inancımız her iki toplumsal cinsiyeti de büyük bir şekilde yanıltmaktadır.Bu kitapta da tam olarak bu konu ele alınıyor.Hayal gücümüzde seri katilin yüzü yoktur,ama erkektir.Peki,soruyorum size en
Bana bu kitapta eşlik eden @Rumeysactk teşekkür ederim :))Sanırım kitapların en güzel yanı iyi insanlarla karşılaşmamıza vesile oluyor.Gelelim kitabımıza.Namık Kemal,romanın ismini ‘Son Pişmanlık’ adını koymuş.Fakat dönemin Maarif Vekâleti yetkilileri bu başlığı yazara danışmadan değiştirmiş ve bazı bölümlerini de sansürlemiştir.Romanın içinde her
13 öyküden oluşan muhteşem bir Sabahattin Ali eseri.İlk öyküsü Asfalt Yol,bir köy öğretmeninin notları yer alıyor bu öyküde.Köy yerine atanan öğretmenimizin bozuk yol sebebiyle köylülerin ve kendisinin zorluk çekmesi üzerine yetkili yerlere başvurup yolu düzeltmek ister.Yol düzeltiliyor ama nasıl düzeltme baştan savma bir yol bunun üzerine köylülerin yoldan geçilmesine izin verilmiyor.E durum böyle olunca köylüler öğretmeni istemiyorlar.İkinci öyküsü ise Hanende Melek.İsmi gibi melek kalpli bir kadının kendisini taciz eden adamın eşine ve çocuğuna acıyan öyküsü ele alınıyor burada.Genelleme yapmayalım ama Hüseyin Avni gibi beyler var maalesef gerçek hayatta.Sorumsuz ailesiyle ilgilenmeyen gözü başkalarında olan Hüseyin Bey bu sefer kafayı Melek hanıma takmış durumda.Ahlaksız teklifinden dolayı kahvehanedekilerden güzel bir dayak yemesi içimin yağlarını eritmedi demesem yalan olur.Ama küçücük yavrusuna aynı melek gibi üzüldüm.13 öykünün tamamının konusunu burada anlatırsam hevesiniz kaçar o yüzden sadece iki öyküye değinmek istedim.Bu arada benim en beğendiğim ve içime işleyen öyküsü Ayran öyküsü oldu.Muhteşem bir Sabahattin Ali eseri.Yine her zaman ki gibi hayatın içinden olan şeylere değinmiş.Şimdiden keyifli okumalar :))
Şair evlenmesi Türk edebiyatında batılı tarzda yazılmış ilk tiyatro eseridir.Hepimizin lise yıllarında edebiyat dersinde sık duyduğu eserlerden biri ama hangimiz merak edip okuduk?Edebiyat dersinin ilk eserler kısmından ya da?Kitabı okumaya başlamadan önce şöyle bir lise yıllarıma döndüm Türk edebiyatında ilk eserlerden sorumlu olduğumuz zamanlara...O kadar eserleri ezberleyip sınıfa ezberlettikten sonra yanlış yapmam ayrı bir ironi oluyordu.Ne demişler çok bilgi çok yanılmayı doğrultur.Evet gelelim eserimizin konusuna eserimiz de bir töre komedisi yaşanıyor.Görücü usulü evlenenin sakıncasına değiniliyor.Müştak Bey,Kumru isminde genç bir kızı sever bu kızla evlenebilmek için kılavuzu(burada evlenme işlerine aracı olan kişi anlamında geçmektedir)Ziba dudu ve yenge hanımlar aracılığıyla evlenir.Fakat bu işte bir terslik vardır nikah sonrasında evlendiği kişi sevdiği kadın Kumru hanım değil,onun ablası sakine hanım çıkar.Sakine hanım 45 yaşına gelmiş evde kalmış bir hanımdır.Bu olayı Müştah Bey’in zeki arkadaşı Hikmet Bey önceden sezmiştir.Malum o zamanlar büyük dururken küçüğün evlenmesine iyi gözle bakılmıyordu.Ziba hanımın hazırladığı bu entrika da imam da yardımcı olur.Sakine hanımı istemediği için Müştak beyi şerefsiz eden imamamız! kendi yaptığı şeref yoksunluğunu görmüyor tabii.Para için her şeyi yapan Eblüllaklaka,Hikmet efendinin verdiği rüşvet karşılığı ağız değiştirmiştir.Evet olaylar bu şekilde seyir etmekte devamını okuyup görün :))Şimdiden keyifli okumalar:)
Kitap hakkında bilgi vermeden önce Kızıl hastalığının ne olduğu hakkında kısa bir not düşeceğim.Kızıl hastalığı A grubu streptokokların (beta mikrobu) neden olduğu döküntü ile seyreden
akut ve bulaşıcı bir hastalıktır. Beta mikrobunun neden olduğu bademcik
enfeksiyonunun döküntülü formu olarak tanımlanabilir.Bu kısa nottan sonra yoruma
Bir Çöküşün Öyküsü 48 sayfadan oluşan bir hikaye.Çerez niyetine okuyup ağzımızda güzel bir tat bırakan klasik Stefan Zweıg’ın eserlerinden biri.Bu eser XV.Louis döneminde Fransız sarayında epey etkili olmuş aristokrat bir kadının gerçek yaşamına dayanır. Karakterimizin gözden düşmesi üzerine kral tarafından Normandiya’ya sürülmesinin ardından ilgi odağı olmaya alışmış karakterimiz kendisiyle baş başa kalmanın verdiği sürgün döneminde ki ruhsal çöküşlerle mantıklı düşünme yetisini kaybediyor.Mutluluk,servet,iktidar,gençlik ve aşk olmadan soluk alamayan,Fransa’ya hükmettikten sonra köylü kadına dönüşmeyi göze alamayan Madame de Prie tekrardan ilgi odağı olabilmek için bir plan yapıyor ama maalesef işe yaramıyor bu plan.Madame de Prie’nin karakterine bakacak olursak olumsuz durum karşısında bile hiçbir şey olmamış gibi davranıp gülümsemesini eksik etmeden öfkesini bastırabilen bir karakter.Aslında bakıldığında hepimizin içinde biraz Madame de Prie’nin bu karakteri var.Şimdiden keyifli okumalar diliyorum.
Stefan Zweıg’ın okuduğum tüm kitaplarını beğenmiştim bu kitabı da büyük bir merakla almıştım.Stefan Zweıg’ın kalemi neden bu kadar çok içimize işliyor?Bana göre bunun sebebi bizi yansıtması.Eserlerinin çoğunda yazar bize aktarmak istediği duyguyu çok güzel bir şekilde nakşediyor.Bu kitap üç hikayeden oluşmakta.Birinci hikayemiz Lyon’da Düğün,Fransız Devrimi sırasında yaşanan kargaşa günlerinde ölüme yaklaşan insanlara umut veren bir aşk hikayesi işlenmiş.İkinci hikayemiz ise İki Yalnız İnsan,acı çeken iki insanı buluşturur bu hikayesinde yazarımız ve son olarak üçüncü hikayemiz Wondrak ise yazarımızın savaş karşıtı hikayesinden biridir.Yazarımız hikayelerinde toplum dışına itilmiş karakterler üzerinden insanlığın durumunu analiz etmiş.Lyon’da düğünü okurken en kötü anı bile bir mucizeye çevirebilmenin mümkün olduğunu hissettim.Hangimiz sevdiğimizle aynı anda öleceğini bildiği halde bu kadar mutlu olabilir?Hele İki Yalnız İnsan öyküsünde ki gibi birbirlerimizin kusurlarını görüp sevmek ister mi bir insan.Bence gerçek sevgi bu kusurlarıyla sevmek.Kusursuzu herkes sever gerçek sevgi ne mükemmeli bulmaktır ne de karşılık beklemektir.Wondrak hikayesinde ki soyutlanmış bir kadına ne demeli kusurları yüzünden bir insan toplumdan dışarı edilebilir mi?Sizinde okurken duyguları hissedeceğinize eminim.Okumak isteyenlere keyifli okumalar diliyorum.
XIX.yüzyılın sonlarına doğru Fransa’da,Yahudi bir subayın,Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un haksız yere casuslukla suçlamasıyla Dreyfus Davası ortaya çıkmıştır.Bu dava hukuk ve ayrımcılığın yanı sıra aynı zamanda ordu ve yargı olmak üzere ülkenin tüm kurumlarını sarsan toplumsal bir dava olmuştur.Dava tam on iki yıl sürmüş ve Dreyfus’ün aklanmasıyla
Kitabın önsözünde neyin anlatıldığının değil nasıl anlatıldığının önemli olduğunu vurgulayan yazarımız basit konuların bile güzel bir şekilde yazıldığında önem kazandığına dikkat çekmek için Küçük Şeyler eserini ortaya koymuş.Kitabın içersinde 7 öykü ve bir çeviri var.Günlük yaşantımız da yaşadığımız hayal kırıkları,üzüntüler,çaresizlikler gibi duyguları gayet sade bir şekilde aktarmış yazarımız.Zaten yazarımızın istediği de bu küçük şeylerden muhteşem edebi eser ortaya koymak istemesi.Ben bütün öykülerini keyifle okudum ama içlerinden en beğendiğim Kediler,Pandomima oldu çeviri yaptığı yazı başlı başına mükemmeldi beni derinden etkiledi.Sizinde keyifle okuyacağınızı düşündüğüm bir eser.
Kitap üç ayrı olaylardan oluşuyor ama sürükleyici olduğu için böyle olmasına pek takılmadım ilk olay da akıllara durgunluk veren edebiyat tutkunu bir karakterle karşı karşıya geliyorsunuz bu kadarı da pes diyeceğiniz bir kurguyla yazılmış ikinci olayda overlokçu kızın olayıyla karşılaşıyorsunuz dıştan bakılınca töre meselesi gibi gözükse de olayın boyutunun çok başka olduğunu öğreniyorsunuz ve son bölümde bir doktorun olayı anlatıyor açıkçası beni sonu tatmin etmedi sonunu daha farklı beklerdim onun dışında yazarın değindiği ırkçılık,kadın cinayetleri hakkında ki görüşler insanı etkiliyor ve hak veriyorsunuz bu kadar güzel anlatılamazdı diyorsunuz.Yine başarılı bir Ahmet Ümit kitabı
Okurken duygusal olarak etkileneceğiz aynı zamanda bilgi açısından da size çok şey katacak bir kitap .Sürükleyici bir kitap olduğu için okurken sıkılma gibi bir durumunuz olmuyor.Maya’nın aile büyüklerinin sırrı ve profesörün sırrlarını okuyup etkilenmemek mümkün değil.
