1600 yıllarında Anadolu köylüsü iki çıkmaz arasında sıkışıp kalmıştır: Ya ırgatlaşmaya, sömürüye, soyguna rıza gösterip yeni düzene, yarı köleliğe ayak uyduracak, ya da köyünü terk edip kimsenin ulaşamayacağı uzak köşelere, sarp yerlere kaçacaktır.
Darlık 1600 yıllarına doğru öyle bir biçim almıştır ki, düşük değerli akçeler yer yer ayaklanmalara yol açmış, maaşlar ödenememiştir. İlerde, kendisinden para isteyen Serdarın talebine karşılık koskoca Osmanlı Sultanına 'tez elden üç dört bin kese akçe istemişsiniz; mevcut olsa alimallah kendi harçlığımı gönderir idim.' dedirtecek kadar tehlikeli bir durumdur bu. Darlığın yoğunlaşması süresince devletin yaptığı değerlendirmeler ekonomiyi büsbütün çıkmaza sürüklemiş, sonunda devlet mali hayatın kontrolünü elinden tamamen kaçırmıştır.
17. yüzyılda parasızlıktan bunalan devlet, bir sonraki yılın iltizam bedelini de peşin almak isteyince, mültezim olarak taliplerin azalması üzerine, yeni bir çare bulunmuştu: Topraklar, defterde belirtilen verginin çapına göre değerlendirilerek bulundukları vilayetin zenginlerine kayd-ı hayat şartıyla iltizama verilmiş, bu durumda hem vergi toplamak hakkı bir çeşit intifa hakkına dönüşmüş, hem de zengin ayan ve mütegallibe zümrelerinin, bey ve ağaların oluşması hızlandırılmıştı Ancak daha önce belirtildiği gibi, Osmanlı düzeninin yıkılması için toprak mülkiyetinin bu sonraki gelişimini beklemeye lüzum kalmamış, topraktaki vergi gelirinin memur-askerden alınıp zenginlere satılması, düzeni çökertmeye yetmiştir.