İnsan, tarihi, kitaplardan öğrenemediği gibi mimariden de öğrenemiyordu. Heykeller, yazıtlar, anıtlar, sokak adlan... geçmişe ışık tutabilecek her şey sistemli bir bi çimde değiştirilmişti.
“Saf Gelin'in kim olduğunu bilmemelerine rağmen, kasaba gençlerinin, bir araya
geldiklerinde ondan söz etmemeleri görülmüş değildi. Birbirlerine, sabah akşam,
içleri gıcıklanarak Saf Gelin hikâyesi anlatırlardı.”
Saf Gelin on beş yaşına kadar, dünyanın bütün kötülüklerinden korunarak ve evde
nadide bir çiçek gibi saklanarak, hiçbir şeyden
"Bak hoca," diyordu, "şu mumlara bak, ne
romantik değil mi? Evlilik romantizmi. Oysa evlilikle ilgili değişmez trajedi
şudur: Aşk geçici ama kavga ebedidir."
”
“Bu ülkedeki sorun, bilgi ya da anlayış eksikliğinden kaynaklanmıyor. Öğretebileceğiniz hiçbir şey yok. Her şeyi sizden benden iyi biliyorlar ama kötü niyetliler. Bildiklerini okuyorlar. Bu ülkede karar sistemini elinde bulunduranlara hiçbir şey yapamazsınız. Çünkü halk salak ve
saf. Halkın salak olduğu bir ülkedeki demokrasi de diktatörlük ve seçimle gelen
krallar demektir.”
“Acaba insan kendisinin hayatını değiştirirken başkalarının hayatına da hükmedebilir miydi? Ya da kendi hayatını, başkalarının hayatını değiştirme yoluyla değiştirebilir miydi?”
“Cumhuriyet dönemi, Osmanlı'dan bir soylu sınıfı devralamamış, bu da İstanbul
'elit'i denilen, parası bol ama yaşam kültürü bakımından lumpen, acayip bir
kesimin doğmasına yol açmıştı.
“Kurucusunun adı Osman olduğu için devletin adı da buydu. Eğer büyük dedelerinin adı Ali olsaydı Ali İmparatorluğu diye geçecekti tarihe. Ve kendi karşılarında
hiçbir aileyi güçlendirmemek için Türk kızlarıyla bile evlenmemişler; karılarını
hep Macaristan, Rusya, İtalya gibi ülkelerden seçmişlerdi. Biraz palazlanan her
aileyi yok ediyor, aile liderini idam ettiği yetmiyor gibi bir de
Şeyhülislam'dan, "Kanı ve malı helaldir!" diye fetva alıyorlardı. ”
“Altı yüz yıl süren Osmanlı İmparatorluğu'nda, bir aristokrat sınıf yaratılmamasına özen
gösterildiğini biliyordu Profesör. Çünkü bir ailenin egemenliğiydi bu.”
“Homeros'un şarap rengi demekle ne
kastettiğini anlayamazdı ama Ege akşamüstlerinde denizin tam da şarap rengi
olduğuna, başka hiçbir renge benzemediğine yemin edebilirdi Profesör.”