"Yürürken bile ayakların yere batıyor gibi hissediyorken, uçurumlardan atlamanın kimseye faydası yok. O kadar yorulmuşsun ki, uçuruma kadar gidemiyorsun. Gitsen zaten atlayacaksın. Hayattasın, önünde çok uzun bir yol var, ama sakatsın artık"..
Ne okuduğuna bakın,
Ne seyrettiğine bakın,
Duvarlarına ne astığına,
Raflarına ne koyduğuna,
Nasıl konuştuğuna,
Nasıl dinlediğine bakın.
Yapmanız gereken tek şey bakmaktır.
Bunlar size onun ruhunun nerede olduğunu gösterir.
“Herkes evlenmek zorunda değil, zengin ya da ünlü veya memur, müdür olmak zorunda da değil. Aslında hiçbir şey olmak zorunda değilsin. Ancak etrafındakiler, toplum sürekli sana ne olman gerektiğini söylemek zorunda hissediyor ki hiç susmuyor, sana akıl vermekten hiç geri durmuyorlar. Sen inandığını, içinden geleni yap. Biliyorum kolay değil, baskıya eleştirilere dedikoduya dik durabilmek ama unutma ki sen, sen gibi, olduğun gibi çok değerlisin. Sana akıl verenler de belki kendi yapamadıklarını yapmandan, yaşayamadıklarını yaşamandan korkuyorlardır.”
Nietzsche derki;
Belki de sevdiğiniz insanları düşünmektesiniz. Ama daha derinlere inin, sonunda sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz: Siz bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz! Siz arzuyu seviyorsunuz, arzu edilen şeyi değil. .
Kitap okuyun, çikolata yiyin, yeni müzikler keşfedin, geçmişi unutun, uyuyun, çay kahve için, hayvanlarla vakit geçirin, kimsenin hayatınızı karartmasına izin vermeyin ve her şeye rağmen mutlu olun.
Hayatında her şey kötüye gider bazen. Çabalarsın, çabaladıkça dibe batarsın.Gidişatı değiştirecek gücün olmadığını anlarsın.Sonra sabaha karşı cam kenarında sigara içerken güneşin doğuşunu izlersin.Adeta kısacık hayatlarımızın özetini anımsatır sana.Kaç kere güneş gibi yükselip battığını düşünürsün.Sigaran biter ve uyursun.Sonrası mı? Kötüler iyiye gitmeye başlar tekrardan kötüye gitmek için.Güneş gibi olmalıyız belki de.Doğmayı da batmayı da kabullenmeli insan.
Müzeyyen hiç flört etmiyordu. Gözlerini kaçırmıyor, heyecanlanmıyor, dili sürçmüyor, dudaklarını ısırmıyor, kendinden bahsetme konusunda en küçük bir heves göstermiyordu.
Ya beni etkilemek gibi bir derdi yoktu, ya da beğenilmeye çok alışkındı.