zeynep

zeynep
@untefined
çünkü dünya benden ibaret öyle olmayaydı şayet kafatasımın içinde ne diye dolanıyor bütün bu güzellik, bütün bu rezalet hepsi benim, hepsi bana ait.
ağlamaktan, yalnız, avazı çıktığı kadar. ağlamaktan müthiş bir tat duyuyordu.
Reklam
memede olan olmuştu. gözüne uyku girmiyordu. düşüncelere kaptırmıştı kendini. düşünceler kafasına akın ediyordu. düşünüyordu artık. dünya kafasında büyümüştü. dünyanın genişliğini düşünüyordu. değirmenoluk köyü bir nokta gibi kalmıştı gözünde. o kocaman abdi ağa, karınca gibi kalmıştı gözünde. belki de ilk olarak doğru dürüst düşünüyordu. aşk ile şevk ile düşünüyordu. kim duyuyordu artık. kendi gözünde kendisi büyümüştü. kendini de insan saymaya başladı. yatakta bir taraftan bir tarafa dönerken söylendi. "abdi ağa da insan, biz de..."
yataktan çok yorgun bitkin kalktı. bütün yorgunluğuna, içindeki bütün karanlığa karşın, yüreğine bir yerlerden bir ışık, bir aydınlık sızıyordu. yüreğindeki kasveti dağıtan şeyin kendi de farkında değildi. bu sevinç, bu sıcak ışıktan ileri geliyordu. bu ışık nedendi?

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
gözleri yüzünün yarısıydı ve içlerinde balıklar yüzüyordu.
çünkü benim aklım yol kuşlarının tüneyip sessiz sedasız terk ettikleri bir harabedir.
Reklam
bir bakıma, yaşama arzusuyla ölümün çarpıştığı yerdir dünya. toplum yasalarının anlamı da 'bunun içinde düğümlüdür. kimisi o düğüm çözülmesin ister; kimisi çözülsün düğüm, toplum ferahlasın diye can vermeyi göze alır...
yıllar sonra ben nedense hâlâ yusuftum. çok düşünüyor, düşünürken dalıp gidiyordum. durmadan ne düşündüğümü soruyorlardı bana. birilerini, bir şeyleri, bir yerleri diyordum, ama yetinmiyorlardı.
"çok az deliren oldu" diye mırıldandı. sigaradan çektim: "iyi bir şey mi bu, kötü mü?" "kötü, çok kötü. yoksa şimdiye böyle mi olurdu memleketin hali?" "ben çok delirdim, ama memlekete bir faydası oldu mu bilmem," dedim elini uzatıp elimi kavradı, sımsıcak, acıtarak sıktı. "olmuştur, mutlaka olmuştur," dedi.
"yani ben senin için bir tür uyuşturucu muyum?" diye dalga geçtim. havayı yumuşatmak istiyordum. bu çabamı takdir eder gibi gülümsedi. "evet, sen kesinlikle benim uyuşturucumsun."
kendimi ölümsüz olarak görüyorum. mekandan ve zamandan kopalı yıllar oluyor. bir kıza âşık olmuştum. onu görmek için altı saat yol almam gerekiyordu. bir sabah, treni kaçırdım. âşık olmaktan vazgeçtim. kendinden vazgeçmenin ne olduğunu asıl ben bilirim.
Reklam
-yani toplum düzelirse ortalıkta aptal ve kötü insan kalmayacak mı diyorsunuz? diye sordu -en azından, toplum düzelirse insanın akıllı, aptal, iyi ya da kötü olmasının hiçbir önemi kalmayacak. -evet, anlıyorum; herkeste aynı dalak olacak.
- ama gördüğü eğitimi, yetiştiği dönemi unutma, dedi Arkadiy. - gördüğü eğitim mi? her insan kendi kendini eğitmek zorundadır; sözgelimi, benim gibi... döneme gelince, neden yetiştiğim döneme bağlı olacakmışım? varsın o bana bağlı olsun.
bir gün rahmetli annemle tartışıyordum:"seni dinlemek istemiyorum" diye bağırıyordu... sonuna şöyle dedim ona:"beni anlayamazsınız anne ikimiz ayrı kuşakların insanlarıyız çünkü." bu sözüme çok gücendi, bense "ne yapayım," diye düşünmüştüm, "ilaç acıdır, ama gene de yutmak gerekir." işte sıra şimdi bize geldi, çocuklarımız onların kuşağından olmadığımızı söyleyecekler bize ve biz bu acı ilacı yutacağız.
hayatı boyunca bir manzara resminden ibaret olduğunu sandığı şeylerin gerçek olduğunu fark etti bir anda: yabancı kentler gerçekmiş, ünlü sanat eserleri de, metro sistemleri de, Berlin duvarının kalıntıları da. adı paraymış bunun; dünyayı gerçek kılan madde. insanı yoldan çıkaran, seksi bir nesne.
Marianne gerçek hayatın çok uzakta bir yerde olduğu ve onsuz gerçekleştiği hissine kapılmıştı; yerini öğrenebilecek, bir parçası olabilecek miydi, bilmiyordu.
Resim