Metafizikte kullanılan bir kavram olan olumsallığı kısaca, zorunlu ve imkansız olmayan şey olarak tanımlayabiliriz. Olumsallık, bir bağlılık eylemi içerir. Yani zaman ve nedensel olarak başka bir varlığa, olaya bağlıdır, zorunluluktan var olan değildir. Ortaya çıkabilen fakat ortaya çıkışı kesin ve zorunlu olmayan, bir doğa yasası tarafından gerektirilmeyendir.Bu kavram aynı zamanda epistemolojik olarak da kullanılır. Bu alandaki kullanımı da temelinde metafizik anlamına paraleldir. Epistemolojide, dış dünyayla ilgili olan ve mantıksal yollarla değil, deneyimsel yollarla kazanılan ve bu nedenle kesin olmayan -muhtemel doğru olan- bilginin özelliğini ifade eder.
“Eşitliğin, politik dünyaya girdiği kadar, sonunda diğer alanlara da girmeyeceğine inanmak olanaksızdır. İnsanları tek bir
konuda ebediyen eşitsiz, diğer konularda ise eşit olarak düşünmek mümkün değildir; belli bir anda, bütün konularda eşit hale geleceklerdir. "
Sözcüklerin 'gerçek anlamlandırması' ile uyandırdıkları imgeler arasındaki ayrışmanın mümkün olabilmesi, bazı retorik araçları gerektirir. Le Bon 'a göre, bu araçlardan üç tane vardır: Onaylama, yineleme ve bulaşma. ''Saf ve basit olan onaylama, her tür muhakeme ve kanıttan arındırılmış olarak bir fikrin kalabalıkların zihnine sokulması en emin araçlarından biridir.
Lacan, iki entelektüel tutum olarak "düzenbaz" ile "budala" arasında bir karşıtlık geliştirdi: Sağcı entelektüel bir düzenbazdır, verili düzenin varlığını o düzenin kanıtı sayan ve zorunlu olarak felakete yol açan "ütopik" planlarından ötürü solu alaya alan bir konformisttir: solcu entelektüel ise budaladır, mevcut düzenin yalanlarını açıkça, ama konuşmasının performatif etkinliğini askıya alacak biçimde ortaya seren bir saray soytarısıdır.
.
İdeal olarak, okuduklarımızda kendimizi kaybederiz, sadece kendimize dönmek için, dönüşüme uğrar ve daha geniş bir dünyanın parçası oluruz, kısacası, düşüncemizde ve eylemimizde daha eleştirel ve daha yetenekli oluruz.
.
Boş gösteren hem zorunlu hem de olanaksız bir nesneyi adlandırma ihtiyacından, anlamlandırmanın, her halükarda her
hangi bir anlamlandırma sürecinin önkoşulu olan o sıfır noktasından ileri geliyorsa, hegemonik operasyon, köküne kadar kullanım hatasına bağlı olacaktır. Göreceğimiz gibi 'halk'ın politik inşası, bu nedenle, özünde kullanım hatasına bağlıdır.
Söylem, bizatihi nesnelliğin inşasının birincil alanıdır. Pek çok kez açık hale getirmeye çalıştığım gibi söylemle, özünde konuşma ve yazma alanlarıyla sınırlı bir şeyi değil, içerisinde ilişkilerin kurucu bir rol oynadıkları karmaşık öğeleri kastediyorum. Bunun anlamı şudur: Öğeler, ilişkisel karmaşayı öncelemezler fakat onun içinden inşa edilirler. O halde 'ilişki' ve 'nesnellik' eşanlamlıdır.
Wittgenstein'dan beri dil oyunlarının hem dilsel alışverişleri hem de bunların ilişik olduğu eylemleri kapsadığını biliyoruz. Sözedimi kuramı da, toplumsal kurum sallaşmış yaşamı kuran söylemsel diziler araştırmasını yeni bir taba na oturtmuştur. Chantal Mouffe ve ben, söylemleri bu anlamda, hem dilsel hem de dilsel olmayan öğeleri eklemleyen yapılanmış bütün lükler olarak tanımladık. Bu bakış açısından hareket ve ideoloji arasındaki ayrım, yalnızca umutsuz olmakla kalmaz, aynı zamanda ilgisizdir - önemli olan, toplumsal bir gücün veya hareketin genelde politik performansını ortaya koymasına aracılık eden söylemsel dizilerin belirlenmesidir.
(...) popüler kimlik, - doyurulmamış talepler çoğulluğunun eşdeğerliği aracılığıyla - yadsınan bir şey olarak ve böylelikle de erişilememiş olarak kalan topluluğun tamlığını - deyim yerindeyse boş bir tamlığı - ifade eder. Eğer, tikel bir yer olarak boşluğun göstereniyle uğraşıyor olmasaydık, herhangi bir gösterilene bağlı olmadan yine de anlamlandırma içinde kalan gösterenle uğraşıyor olsaydık, bu yalnızca onun tamamıyla elde edilmiş olan ve böylece de hiçbir yapısal kusuru içeremeyecek tümlüğün adı olduğu anlamına gelebilecekti .
Eşdeğerlik ve farkın nihai olarak birbirleriyle uyumsuz olduklarını göstermiştim; bununla birlikte bunlar, toplumsalın inşasının zorunlu koşulları olarak birbirlerini gerektirirler. Toplumsal olan, bu indirgenemez gerilimin odağından başka bir şey değildir.