Mahmut Goloğlu sözleri ve alıntılarını, Mahmut Goloğlu kitap alıntılarını, Mahmut Goloğlu en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Şapka giymekle insan Hıristiyan olmaz. Yahudiler şapka giymişlerdir diye, Hıristiyan mı olmuşlardır? Hindistan Mecusileri sarık sarıyorlar diye Müslüman mı olmuşlardır? Şu halde dinle bunun ilgisi yoktur.
Ve bir vakitler, Avrupa, bilgisizliğin koyu karanlığı içinde iken, İslam ülkeleri uygarlık yollarında çok ilerlemişti. Şimdi neden bu ülkeler haraplık ve Müslümanlar bilgisizlik içinde kalmıştır? İslamiyet ilerlemeyi o zaman engellemiyordu da, şimdi neden engelliyor? Demek ki bugün ilerlememize engel olan, gerçek İslamiyet değildir. Bilgisizlikten, körükörüne taklitçilikten doğan yersiz anlayış ve anlatıştır. Bugün İslamiyet, uydurma söylentilerle dolmuştur.
Ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, Uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir.
Şapka giyme zorunluluğu halk için teklif edilmemiştir. Çünkü halk böyle bir kanun zoruna lüzum kalmadan şapka giymeye başlamıştı. Teklifteki kanun zorunluğu mebuslar ve memurlar içindi. Demekki;genel olarak, toplumun kılığındaki değişiklik devrimi, kanun zoru ile olmamış, şapka giyimi bu gereğin milli vicdana mal edilmesiyle başlamıştı. Kanun zoru koyma ihtiyacı, halka göre aydın olmaları gereken mebuslar ve memurlar için duyulmuştu.
Mustafa Kemal Paşa, sesinin kesilmekte olmasına rağmen sözlerini;
Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hatta,
Çekmez kürenin sırtı o tabût-ı cesîmi" diye bağırarak tamamladı.
Sayfa 144 - Başnur Matbaası 1972, Mithat Cemal Kuntay'ın "Vatan Hisleri' adlı şiirinden. - Ölmez bu vatan varsayalım ölse bile, çekmez dünyanın bedeni bu kocaman tabutu.Kitabı okudu
Peygamber'in davranışlarına bakalım. Roma İmparatoru'nun Şam'daki Valisi ve Temsilcisi tarafından armağan edilen elbise, Peygamber tarafından hiç bir değişiklik yapılmadan giyilmiştir. Hazret-i Peygamber abdest alacağı zaman caketini çıkarmak zorunluğunu duyardı, çünkü dardı, sıvanmazdı. Peygamber 'bu elbise dardır, ya da bir Hıristiyan tarafından gönderilmiştir, ben giyemem' dememiş ve geldiği gibi giymiştir.
Bazıları halifeliği kaldırmamızın öteki İslam ülkelerinde kötü yankı ve etkilere sebep olacağını sanıyorlar ki, bu çok yanlıştır. Dünya Savaşı'nda İstanbul'daki Halife'nin Kutsal Savaşa Çağırma Buyruğu'na hiç bir İslam ülkesi katılmamıştı. Irak'ı, Suriye'yi ve halifeliğin merkezi İstanbul'u Hindistan'ın Müslüman askerleri işgal etmedi mi? Şeyhülislamlarımız Malta'da tutsak iken hiç bir İslam ülkesi yardıma koştu mu? Kaldı ki, Müslümanların birbirlerine yardım etmesi için bir halifenin varlığı da şart değildir. Müslümanların birbirlerine yardım etmesi, din gereğidir. Bu zorunluluk, bir kimsenin 'halife' adı ile bir makamda oturmasından ötürü değildir. Çünkü İslamiyet'te ruhaniyet (ölen kutsal kimselerin ruhlarının devamı niteliğindeki kişilerin saygı görmesi) yani buna dayanan bir hükümet yoktur. İslamiyet'te tek kutsal kavram 'hak'tır. Onun içindir ki, Peygamber 'Allah'ım! Benim mezarımı, tapılır put yapma' diye dua ederdi.
Halifenin atanma şekli, koşulları, her zaman gerekli olup olmadığı hakkında ne Kuran'da, ne de hadislerde, yani Peygamber'in ilke niteliğindeki sözlerinde herhangi bir hüküm ve açıklık yoktur. Bu da olağandır. Çünkü, halifelik dinin temel sorunlarından değildir, milletin kendi işidir, politik bir sorundur. Zamana, alışkanlıklara göre değişir. Bu nedenle, Peygamber ölürken yerine bir halife bırakmamıştır. Her ne kadar bazıları Ali ve bazıları Ebûbekir hakkında halifelik için belge olduğunu ileri sürerlerse de bu doğru değildir. Böyle bir belge ve esas olmadığından, Peygamber'in yakınları kimin halife olacağı konusunda anlaşmazlığa düşmüşlerdir.
Bir milletin kişileri, ancak bir eğitim görebilir. İki türlü eğitim, bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise duygu ve düşüncede birlik ve beraberlik amacını bozar.
Bugünkü Cumhuriyet'in gelecekteki çocukları bugünleri düşündükçe, Cumhuriyet'i yıkmak isteyen ya da içi bu ateşle yanan hainleri kışkırtma ve cesaretlendirme yolunda ilk araç olarak İstanbul basınını göreceklerdir.
Bu saray artık Tanrının gölgesi olduğunu iddia edenlerin değil, gölge olmayan, gerçek olan milletin sarayıdır. Ve ben burada milletten bir kişi, bir konuk olarak bulunmaktayım.
“Millet'in genel yaşantısında orduyu politikadan ayırmak ilkesi, Cumhuriyet'in daima göz önünde tuttuğu bir politikadır. Şimdiye kadar izlenen bu yolda, Cumhuriyet orduları vatanın gücü ve güvenilir kurtarıcısı olarak, saygılı ve güçlü bir mevkide kalmıştır. Bunun gibi, bağlı olmakla gönül huzuru ve mutluluk duyduğumuz İslam Dini'ni de, yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere, bir politika aracı olmak durumundan çıkarıp yükseltmenin gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Tanrısal ve kutsal olan inanç ve vicdan duygularımızı, karmakarışık ve renk renk her türlü çıkarların ve aşırı isteklerin sahneye çıktığı politikadan ve politikanın bütün örgütlerinden tezce ve kesinlikle kurtarmak, milletin dünyadaki ve ahiretteki mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur.”