seninle karşılaşıp solduğum andı ölüm
yüzüne baktığında tutuşup yandı ölüm..
çoğaldıkça çoğalan bir sevda ülkesinde
ellerine dokundun; sana inandı ölüm
o efsunlu, yağmurlu, hercai gözlerinden
uçan kelebekleri mutluluk sandı ölüm
Hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin
Uzanır da gönlüme Rüveyda
Derinden bir ok saplanır bağrıma
Beynimi çağıran bir sese doğru
Alaca bir at koşar içimde
Zamansız, mekânsız nefese doğru
Yüremek nasıl da ağır
Yürümek nasıl da tenhâ
Ama kuşlar uçuyor göğümde düşlerimin
Ama bahçeler yeşil
Dağ çılgın, ova sarhoş
Ben bu illerde meczup
Ben bu yolculuğun son elçisiyim
Can toprakta tohum
Can denizde kum
Başarmak istiyorum...
Uzak dur, uzak duran çiçeğin kokusundan
Işıktan karanlığa süzülüp giden sudan
dağılan bir yuvanın başını bekleyen kuş
Uzak dur ki, bakarsın tam göğsünde vurulmuş
O nasıl bir bahar ki, yollarına kan döker
O nasıl gökkuşağı, göğüne perde çeker
Uzak dur rahminde küf taşıyan analardan
Ruhunda gölgesini görmeyen aynalardan
Neyi var, beyazından mahrum bırakan canın
Neyi var, sırlarına gülümseyen fincanın
Beri gel güle katran damlatan aşk kirinden
Uzak dur ihtirasın o mağrur şiirinden
Çemenzârı inciten her belâdan uzak dur
İçindeki bin yüzlü Kerbelâ’dan uzak dur
Neden bir yalnızlık bulutu gibi
gözlerinin yorgun semalarından
duman duman çöküyorsun içime
ben mi bu gündenim, sen mi yarından...
Bırak saçlarını baharım olsun
görmesinler kalbimin solduğunu
unutayım çölün karanlığında
bozkırların mehtâbım olduğunu...
hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin
uzanır da gönlüme Rüveyda
derinden bir ok saplanır bağrıma
beynimi çağıran bir sese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız, mekânsız nefese doğru