Aynı şekilde, eşyanın hakikatlerinden onun araz ve sıfatları nı bilip, böylece sıfatı hakikati açısından öğrendiğini zanneden
kimse de büyük hata etmiştir; hâlbuki, o sıfatı, herhangi bir mev-sufun/sıfat sahibi sıfatı olması itibarıyla bilmiştir.
Nitekim, daha önce buna dikkat çekmiştik ve idrâk edilen keyfiyetler hakkında da, şunu belirtmiştik: İdrak edilen keyfi yetler,
mutlak anlamda değil, teşekkül etmiş olması cihetinden teşekkül eden şeyin hâlleridir.
Bu bilginin konusu, hakikatler değil, nispetlerdir; sahibi de, hakikatlerin mâhiyetlerini değil, nispetlerini selbî veya izafî kayıtlarla bilebilir. Çünkü hakikatlerin künhünü bilmek, daha önce zikrettiğimiz, büyüklerin zevkine mahsus bir metotla
gerçekleşir.
Sonra şöyle deriz: Her basit şeyin haddinin cüzleri, basitin kendi hakikâtinin cüzleri değil, sadece haddinin cüzleridir. Had,
zihni mertebede aklın farz ettiği bir şeydir; bizatihi had ise, hüviyeti
itibarıyla bilinemez; böylelikle cüzleri, ne kendisinden gerçek anlamda nefy edilir ve ne de ispat edilebilir.Bu ve
kita bın başında açıkladığımız sırlar, mutlaklık ve basitlikleri itibarıyla ilâhî-gayb mertebesinde eşyanın hakikatlerinin
bilinmesini imkânsız kılınıştır. Bu mertebe, daha önce ilmin sırrı hakkında dikkat çektiğimiz üzere, bunların en ulvî kaynağıdır.