Asıl adı Alâaddîn Ali bin Sâlih Çelebi’dir. Tanınmış bir müderris ve hattattır.
Ailesi hakkında detaylı bilgi olmamakla birlikte babası Sâlih Çelebi için tezkire
yazarı Âşık Çelebi, “kendisine güvenilen tanınmış biriydi” der (Kılıç, 2010:
1108). Doğum yeri Filibe olmasına rağmen Latîfî Edirneli olduğunu söyler
(Canım, 2000: 401).
Gençlik yıllarında muntazam bir tahsil gören Alâaddîn Ali Çelebi, Edirne’de
devrinin meşhur âlimlerinden ve sonraları Rumeli kazaskerliğine yükselen
Abdülvâsi bin Hayreddîn Hızır Efendi’den ders aldı ve gerekli kademeleri geçerek onun eliyle mülazım oldu. Hocasına olan bu intisabından dolayı “Vâsi
Alisi’” diye şöhret buldu. Yetişme çağında ilgilenmeye başladığı hat sanatını
Şeyh Hamdullâh’ın damadı Şeşkalem Şükrullâh Halîfe’den öğrendi. Müderrislik hayatına Edirne’de Sirâciye Medresesi’nde başladı. Bir müddet sonra
Bursa’ya tayin olan Alâaddîn Ali, 1509’dan önceki bir tarihte ilkin Bâyezîd
Paşa, ardından Ferhâdiye medreselerinde hizmet gördü. 933/1526-27’den
sonraki bir tarihte de şair Üsküplü İshâk Çelebi yerine Hüdâvendigâr (Kaplıca) Medresesi müderrisliğine yükseldi. Uzun yıllar kaldığı Bursa’dan sonra
1537 yılında Edirne’de Halebiye Medresesi’ne tayin edildi. Kısa bir süre sonra
da Üç Şerefeli’deki Atik (Saatli) Medresesi müderrisliğine getirildi. Yüksek
ilmî meziyetleriyle gittikçe daha çok dikkat çeken Alâaddîn Ali Çelebi, burada
henüz bir yılını doldurduğu sırada, 945/1538-39’da İstanbul’da Sahn müderrisliği payesine layık görülüp kendisine Fatih medreselerinden Karadeniz
Ciheti (Başkurşunlu) Medresesi müderrisliği verildi. Sahn’a gelişinden bir sene
sonra da tekrar Edirne’ye, bu defa devrin büyük âlimi Muhaşşî Sinân yerine
tuba.gov.tr
Edirne İkinci Bâyezîd Medresesi’ne altmışlı paye ile tayin edildi. 1542’de ilmiye sınıfınca “kazaskerliğe götüren bir kapı” diye kabul edilen ve gözde bir
makam olan Bursa kadılığına yükseltildi.
Rivayete göre, onun bu yükselişi, üzerinde uzun yıllar uğraşıp Edirne’deki
son müderrisliği sırasında tamamlayarak Kânûnî Sultân Süleymân’a (sal.
1520-1566) sunduğu Hümâyûn-nâme’nin hükümdarda uyandırdığı büyük
hayranlık sayesindedir. Padişah, kitabı okur okumaz onu Bursa kadılığı ile
mükâfatlandırmıştır. İlerlemiş yaşı Alâaddîn Ali Çelebi’ye daha ileri makamlara yükselme imkânı vermedi. Bursa kadılığına tayin olduktan bir sene sonra
950/1543-44’te vefat etti. Latîfî müellifin 942/1535-36 yılında (Canım, 2000:
401); Kafzâde Fâizî ise 906/1500-01 yılında vefat ettiğini söyleyerek tarihî
sürece aykırı bir tarih verir (Kayabaşı, 1997: 432). Sıfat ve mevkiine yaraşır bir
yer olarak Emir Sultan Camii bahçesindeki türbeye yakın bir yerde, camiye
çıkan merdivenin yanına defnedildi (Akün, 1989: 316). Türbede yapılan çeşitli
değişikliklerden dolayı Ali Çelebi’nin mezarı bugün yerinde yoktur.
Filibeli Alâaddîn Ali Çelebi’nin tek eseri Hümâyûn-nâme’dir. Ali Çelebi, şiir
vadisinde her hangi bir varlık gösterememiş olsa da, Hümâyûn-nâme sayesinde adı unutulmamıştır
Tam adı:
Alâeddin Ali b. Sâlih
Unvan:
Tanınmış Türk müderrisi ve Hümâyunnâme müellifi, büyük nesir üstadı.