Ayhan Yücel

Sevincini Bulmak yazarı
Yazar
8.5/10
2 Kişi
10
Okunma
2
Beğeni
1.056
Görüntülenme

Ayhan Yücel Gönderileri

Ayhan Yücel kitaplarını, Ayhan Yücel sözleri ve alıntılarını, Ayhan Yücel yazarlarını, Ayhan Yücel yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Herkesin kendisine göre bir dünyası vardır ve sanki herkes dünyayı, bu kendi dünyasına uydurmak çabasındadır. Öyle olurki, iki kişi bile aynı çatı altında ömür boyunca bir dünya kuramaz. İki ayrı dünyanın insanı olarak kalır. Mümkün olsaydı insanlar kendine göre bir elbise, kendine göre bir ev yapar gibi kendine göre bir insan imal edeceklerdi. Biz galiba kendine göre bir insan değil kendimize göre bir insan istiyoruz. Halbuki öyle değilde insan fizik ve psikolojik bakımdan tıpa tıp bir benzerine dışarıda rastlasaydı ona şu veya bu bakımdan tahammül edebilecek miydi? Benzerine ve ayri olana tahammül edememek: Bu insanın çirkin bir kaprisinden başka nedir ki?
Büyük ve küçük olan her şey,şüphe ve korku nedir bilmeyen sevgi kaynağından taşıp gelir.Bütün haksizlık ve yanlışlıklar da sevgi azlığındandır. S.Glaspell
Reklam
Hiç şüphe yok ki Allah’ın insan ruhuna bahşettiği birçok ilahî kudretler yanında bir kıymetlisi de iyilik duygusudur. İyilik duygusu bir kudret olabilir mi? Evet, kin ve nefretin doğurduğu yıkıcılığa karşı o, yapicı bir kudretin kaynağı olan duygudur. Şu halde başarmak, yapmak, bu arada hareket etmek gibi bir fiilin ifadesinden ve eserinden önce,
Aklın yine onunla kazanılan bilginin maddede, vücudumuzda, dışardaki hareketlerde de gözlemi burada, yani maddede vücudumuzda, dışarda yakinen görünen bir güzellik havasını estirir: Şuuruyla idrak edip, muhakeme kabiliyetiyle ruh âleminin içinde aşk adını verdiği hareketleriyle gayesine ulaşmak üzere hamleler yapan bir kimsenin nurani yüzü, kendi içindeki ve tabiattaki sesleri dinleyerek doğan bir musiki, yine aynı şekilde yapımış bir motif, süsleme, resim, tabiatın veya yalnız kendisinin seyri ile ilham alıp, ismini okuyarak veya duyarak öğrendiği, temizlik ve ahengin o insanoğlunun evinde ve işindeki gözlemi gibi çeşitli tablolar, işte bu hareketin maddede yakinen görülen belirtilerinden başka bir şey değildir. Fakat, hareketler sadece bu şekilde; maddede gözlemlenenlerden ibaret olarak anlaşılmamalı. Bunlar şuur, muhakeme ve ruh; âlem ve hareketine bir bütünlük vermek üzere ve bu hareketin âdeta bir neticesi olarak görünen belirtilerdir ki, hamlelerden meydana gelmiş bir hareketle beslenen ruhî bir olgunluğu takip ederler. Bu bakımdan maddede estiğini gördüğümüz bu havaya doğru hareketlerin gelişimini istemek, çalışmak dahi gaye olamaz, zira gelişimi, zaten hareketler sonucu ve “belirti” dlarak gözlemleyeceğiz.
“Hareketimizin sonucu doğan şeyler, hareketimizin gıdasıdır.” İfadesini ele alalım, onun üzerinde düşünelim. Topyekün şahsiyetimiz, hareketlerimizin sonucu doğduğu halde o, hareketimiz için yine bir gıdadır: Olgun bir “şahsiyet” kuvvetli bir hamle kazandırır ve bu kuvvetli hamle “şahsiyet”e bir şeyler ilâve eder. Öte yandan “iyilik duygusu” harekete güzel bir vasıta iyi bir gıdadır. O duygu sayesinde hamleler yaparız, gayemize yaklaşırız ve yine bu hamleler iyilik duygusunu kıvılcımlar onu geliştirir. Bir başka olarak “estetik duygusunu” ele alalım. Hamlelerimizle gayemize yaklaşırken daha iyi kavradığımız kendimiz ve tabiat bu duyguyu kamçılar yani onun külünü kaldım, açığa çıkartır. Öte yandan biz bir ağaç karşısında, bir tablo karşısında, bir ahenk karşısında ruhumuza kanat takar, kendimizi orada kor fakat bir yanda uçarız yani hareket ederiz. İşte burada da hareketlerimiz estetik duygusunu doğurdu ve gıdasını ondan aldı.
Elementlerin karakteri onun atom yapılarının karakteriyle beliriyorsa, diğer bir ifadeyle, bir elementte bulduğumuz karakter onun atom yapısıyla ilgili ise yine öyle de, dış âlemde ve insanın gözlemi sonucunda, ruh ve onun karakteriyle irade arasındaki ilgi bize böyle bir düşünüşün ilhamını verdi. Ve biz, Mevlâna’nın, Fatih’in, Sinan’ın, Yunus’un ruhunu onların iradesinden seyretmeye çalışırken bu hükümlere vardık. Böylece; ruhun, irade vatanında seyri iledirki, ruh ve iradenin ilişkisini, iradedeki enerjiye dayanarak, hareketin kuvveti iradedir” ifadesinde buluyoruz. Bir benzetme ile o yolumuzun ulaştırıcısı, zafer müjdecisi, sahibinin vefakâr atı... Onu irade diye çağırıyoruz. Ve biz bu atın üzerindeyiz. Onun durduğu gün kendimizi durmuş, geri geri gittiği gün; kendimizin bizden dahi uzaklaşmış olduğunu seziyor ve görüyoruz. Nihayet bizi bu yolda yaya kalmaktan kurtaran onun kuvvetli bacakları ve göğe kalkan kanatları oldu. Kısacası atımızın hareketi ile koşuyor onun hareketiyle gidiyoruz... Ama bir de düşünüyoruz ki harekete geçirme kuvveti taşıyan da biz, hareket eden de biz. O halde bu hareket, devindirici kuvvetin hareketi, atımızın hareketi, yani iradenin hareketidir, diyor ve bunun neticesi olarak; kuvveti de yine onda, yani irade de buluyoruz. Böylece; istek, kuvvet ve ruh atomlarının cevheri olarak tanıdığımız irade, gayeye ulaşmak iradesidir. O, yine, bizi ve bizden başkasını, dış âlemi, top yekün tabiatı yaratan varlığın ruhumuzu ördüğü ve ucunu bize verdiği iradeden başka bir şey değildir. O hareket içindir, yol içindir, ulaşmak içindir.
Reklam
Yeşil bir bitki yaprağında özümleme sonucu beklenilen nişastanın oluşması için nasıl bir takım şartların bu arada nişastaya yapı taşı olarak girecek su ve karbondioksitin varlığı gerekiyor ve bu reaksiyon; şartlarının hepsinin varlığı yani bütünlüğü ile ancak beliriyorsa, bir hamlenin varlığı için de bu hareketi meydana getirecek; yapı taşlarının ve şartlarının bütünlüğü, hareketin bütünlüğü neticesi olarak lüzumludur. İşte bu bütünlük sayesinde; değişik bir irade ile değişik bir özellik kazanan maddenin gayemize “götürücü” bir araç olarak kullanılışı kaışısında, aklımıza gelen, “hareket için her hareket meşru mudur?” sorusunu cevaplandırabiliriz. Şöyleki, hareket için her hareket meşru değildir. Allah rızası için hırsızlık, Allah rızası için küfür olamaz. Zira bizden bunlar istenilmiyor. Şu halde yapıldığı takdirde nasıl olur da Allah razı olur? Birçok işlerde, ferdin didinişlerinde (hüsnüniyet-bilgisizlik) veya (bilgi-kötüniyet) tezatını kolayca görüyoruz; bazen bilgi, kötü niyeti tamamlarcasına kucaklamış, bazen bilgisizlik iyi niyetle güreşircesine kucaklaşmış; ama daima kucaklaşmış, karışmış bir (bilgisizlik-iyiniyet) veya (kötüniyetbilgi) alaşımı işlerin döküm kalıbı oluyor ve sanki cemiyet bu dökümcülüğün sanat mektebi halinde karşımıza çıkıyor. Bu sebeple, tam bir hareket için, yani onun bütün oluşu sebebiyle ve bu bütünlük icabı mevcudiyeti gereken şart ve yapı taşlarmı araştıralım.
Hareket... O, yerinde; çizgilerini, kalemine çekicini vurmakla çizen bir taşçının hareketi, bir fırçanın hareketi, bir kara kalemin hareketi, veya cetvel kenarında kayan kalemi kullanan bir elin hareketi veya sağır ve körlerin dahi anladığı dil; sevginin, bir terazide sembolleşen adaletin, saygının, hareketi kısacası bir insanın hareketi ama bir iradenin hareketidir. Zira bu irade olmadıkça hareketin fıgürleştiği el, onun müzikleştiği dil, aydınlandığı göz; zehir sunan bir el yılanla yarışa çıkan bir dil, okların çıktığı ve dilimizin “kem” dediği bir gözdür. Öte yandan bu irade oldukça, hareket; tabiatı ve insanı okuyan gözden yine tabiatı ve insanı dinleyen kulağa veya sapan tutan elden ipek dokuyan ele, kaval tutan elden silâh tutan ele kadar ifade bulacak ve ferdi gayesine yaklaştıracaktır. Böyle olmakla beraber, yani onu bazen kalem tutan bir elde, bazen göğe açık kaldırılan bir elde, bazen seyreden bir göz veya dinleyen bir kulakta bulmamıza rağmen o bütündür.
Mehmet Kaplan’ın Gandi hakkındaki bir makalesinden aldığım şu satırlar da, okuyalım. “Gandi dininde bulmuş olduğu bazı basit prensipleri, inatla tatbike çalışıyor. Bunlar. Yalan söylememek, hırsızlık yapmamak, başkalarına fenalık etmemek, perhizkâr yaşamak gibi bütün dünya dinlerinde ve basit ahlâkta mevcut bulunan kaidelerdir. Görülüyor ki, bu prensip ve kaidelerde yeni ve harikülâde hiçbir şey yoktur. Yeni ve harikülâde olan taraf Gandi’nin bu basit prensipleri yirminci asır ortasında hayatının merkezi yapması ve bunlardan her ne pahasına olursa olsun hiçbir hâdise, hiçbir eziyet karşısında zerre kadar ayrılmamasıdır”, işte Gandi’yi bize tanıtan şahsıyeti, bu îman ve irâdede görüyoruz.
Alexis Carrel, dünyanın bir ucundan, iradenin süpürgecileri karşısında insanlığın zavallılıklar sergilediğine, şahsiyetin ve iradenin yokluğuna “L’homme, cet inconnu: Bilinmeyen İnsan” adlı eserinde nasıl feryat ediyor: “Bireysellik çevrenin şartlarına göre ya belirir veya zaafa uğrar.” “Yeni beldenin sakinleriz” “Orada fertlerin çoğu aynı
47 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.