Baba tarafından Azeri olan Başak Sayan, Ankara'da dünyaya geldi. Marmara Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden mezun olan sanatçı, lise ve öncesi okul yıllarında sahne sanatlarına ilgi duymuş, tiyatro etkinlikleri içinde yer almıştır. Üniversite eğitimi sırasında özel bir tv kanalında çalışmaya başlayan Sayan, kamera arkasında ve reklam filmlerinde yer aldı. İki yıllık bir aradan sonra tekrar kamera karşısına geçen sanatçı, bir yandan öyküler yazarken, diğer yandan çeşitli filmlerde rol aldı. 2010 yılında gazeteci Ahu Şentürk ile sosyal medya üzerinden girdiği "Lezbiyen" tartışmasından dolayı mahkemelik olmuştur.
“Bizi insan yerine koymayan, hayvandan daha aşağı muamele eden bu sisteme katlanmak zorunda değiliz? Devlet insanlar için var! İnsanlar devlet için değil! Tek istediğimiz hakkımız!"
Ona sormak isterdi başka şartlar altında olsa olur muydu diye.
Belki de sonraki hayatlarında bir araya gelirlerdi kim bilebilirdi ki..
Keşke zamanı geri alabilseydi.
O kadar çok şeyi değiştirmeyi isterdi ki..
Aileler çocuklarını büyütürken matematik, kimya, fizik kadar kendine güvenmeyi öğretip, değerlilik duygularını geliştirecek şekilde davransalar her şey farklı olabilirdi elbette.
Tamamen kapağına bakarak aldım bu kitabı. Kuzgunlara olan sempatim ve ilgimin de etkisiyle hemen sipariş listeme ekledim o yüzden. Daha ilk sayfalarda hiç beklemediğim kadar güzel bir giriş, harika cümle yapısı ve mükemmel betimlemeler zinciriyle karşılaşınca ‘’vaaayyy beee’’ diyerekten hemen elime telefonu alıp Twitter dan kitabın yazarına mesaj
Hayatımın en önemli kitabı olan "Ölü Kuşların Sessizliği"yle tanışmamdan hemen sonra başladı her şey. Büyük bir duygu devrimi gerçekleştirdi bu kitap benim sıkıcı ve monoton hayatımda. 'Ama ne yazık ki elimde değil bu kitap' diyerek biraz özlem biraz da hayıflanma içeren bir cümle bırakmak istiyorum buraya.. Ama ne derler bilirsiniz
Kitap izlenim olarak Azra Kohen'in üçlemesini andırsa da, içerik olarak çok daha dolu olduğunu söyleyebilirim. Çok fazla karakter var ama bu karakterlerin hepsi burjuvazi sorunlar yerine günlük hayatta karşılaştığımız/karşılaşabileceğimiz sorunlar yaşıyorlar.Bu nedenle anlamak ya da empati yapmak güç değil. Hele kitabın baş karakterinin cümleleri o kadar tanıdık ki. Ya kendimiz söylüyoruz ya da başkasından duyuyoruz mutlaka bu cümleleri.Bazı yerlerde çok fazla tekrara düşülüyor. Belki de fikirlerin yerleşmesini ve özümsenmesini sağlayan şey budur. Ama insan yeni cümleler beklerken yazar kitabın sonuna kadar aynı şeyleri ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyor. Ve ne yazıkki acemice ve alelacele bir sonla hüsrana uğratıyor. Sanki yazar yazmaktan sıkılmış ve bitsin de gideyim moduna girmiş gibi hissediliyor. Bir anda hikaye kesiliyor ve bitiyor. Yine de tüm bunlara rağmen insana bir şeyler katıyor. Okunmaya değer.