Bir gün sabah bambaşka bir bedenin içinde uyandığınızı hayal edin.Aynada gördüğünüz yüz size ait degil; hatta sesiniz,gözleriniz bile ...
Işte kitaptaki baş kahramanımız Rosa tam da bunu yaşıyor ama zorunlu seçimi nedeniyle.
Rosa'nin ışıl ışıl işleyen beyni, çocukken yakalandığı bir hastalık sebebiyle genç yaşında hareket edemeyen bir vücuda mahkum oluyor. Doktor olan annesi,babası ve çok sevdiği ağabeyi ile beraber çaresizce ölümü beklerken bir mucize gerçekleşiyor ve bir ilk deneme ile beyin ölümü gerçekleşmiş Sylvia'nin bedenine beyin nakli yapılıyor. Kitabın ana konusu, ameliyat sonrası Rosa'nin yaşadığı kimlik bunalımı ve hayati sorgulaması üzerine odaklı işleniyor. Yazarin oldukça akıcı ve merak uyandırıcı bir yazım tarzı var.
Şimdi bir düşünün. Birini sevdiğimizde aslında nesini sevmiş oluruz? Kalbini mi,aklını mi, düşüncelerini mi, bakışlarını mi yoksa bedenini mi? Peki sevdiğimiz bambaşka bir vücutta karşımıza çıksaydı yine aynı şekilde sevmeye devam edebilir miydik? Bizi biz yapan aslında neydi?
Dış görünüşün ne derece önemli ya da önemsiz olduğunu sorgulatan, bir insanı kendi yapanın ruh güzelliği mi aklı mi yoksa yaşadıkları mi olduğunu ise düşündürten bir roman...
Iyi okumalar:)