“Ben Âdem evladı olmak istemem. Derdi çok. Belim ağrır yedi yıldır. Ağzımda diş yok, karı çiğner verir ağzıma ekmeği. Adem değil Cibriloğlu olaydım, göklerde dolanaydım. Âdemoğlu hak ister, akrabalık diler, gelinsin gidilsin ister, elin erdiği yer var ise oradan gedik diler. Aziz Tanrı güçsüz beden ilen bizden kulluk diler, elçileri buyruğa itaat diler, papazı-imamı itaate devam diler, kral ile sultan Tanrı'nın gölgesiyim der, yazıcısı gelir kızıl ilen beyaz sikke diler. Ana baba ebeveyn hakkını diler, kardaş mirasın yarısına konmak diler, oğlan atası tezelden gebermekle evinin taşını söküp kendine gayrı konak etmek, terekeyi savurup saçmak, ata ocağını hela edip ortasına delik açıp içine bir güzel sıçmak diler.”
"Halife Ömer -Allah ondan razı olsun- kâfir olan kendi atasının boynunu vurdu derler. Oğuz Han dahi inkâr ehli olan atasına kıymıştır. Bilirsiniz, Tanrı Teala kitabında buyurur ki, asi bir baba, evlat veya karındaş ile dost olunmaz. Bakasız beyler, abdestle yatağıma vardığım bir gece düşümde kırılmış irice yumurtalar gördüm, ne olduğuna mana
Miru Hatuncuğun karnında yahut kucağında kardaş olmaklık onlara yetmediyse, göz açıp büyüdükleri ocaklarında kardaş saymadılarsa birbirlerini, Tuna ötesinde bela kardeşi olmuşlardır derim, kalpleri bilmem elbette. Birbirlerine hiç "ağam" "kardaşım" demediler on iki günde, dememişler adlarını şöyle gönülden birbirlerine. Bundan sonra da demezler zahir.
İçimden bir kez, "Bırakın piç olduklarını sansınlar," demek geçti kızlara, öfke duydum bir an tüm yaşananlara. İnsan köksüzken daha iyi bir kuldur, böbürlenmez kanıyla, soyu ve sopuyla, üzerine miras kalanla, talepkâr olmaz padişahlar gibi dünya malına, çalışır kazanır belki, kabre daha sağlam tevekkülle girer, sadece Rahman'a tabi olmakla. O yüzden padişahlar doldurur kapılarını nesebi belirsizlerle yahut kökü unutturulmuşlarla. Cennet-i alada yasak elmayı dişlediği vakit Adem baba ile Havva ana, onları cezaen dünyaya salmıştır derler, Allahu Teala. Fakir, tefekkür ederim ki en büyük ceza, sınanmalarıdır onların cennette var olmayan soy sop belasıyla ve dahi evlat acısıyla, nesillerinin imtihan olunmalarıdır oğul kız olmakla ve karındaşlıkla. Fakir böyle yazıp günaha girerim, doğrusunu Hak Teala bilir vesselam.
Dediğine göre Memi'nin dileği o vakitler, ağasının başkaldırmayı kenara koymasıydı, herkesle iyi geçinmesi... Üzerinde dumanı tüten çorbalarını bismillah, afiyet olsun, ellerin dert görmesin ana deyip içmek, artsın eksilmesin taşsın dökülmesin diye dua eylemek, babalarına gazada bereket ve kutluluk dilemek, tez bizi de götür yoldaşın olalım demek, kucak kucak, omuz omuz olmak. Hiç değilse bir gün baş başa, kafa kafaya, karındaş karındaşa dağlara gitmeyi, av avlayıp kuş kuşlamayı gönüllerdi. Babasıyla tilki tutup postunu yüzdüklerinde o postu hasta anasını bekleyen ağasına, babasının emriyle armağan etmiş ama o zıpır, laf dinlemeden postu kardaşının başına yapıştırmıştı. Memi'ye bir gün olsun cihanda ağabeyi olduğunu bilse yeterdi. Yemeğe gel sofrayı kurdu anam dediğinde höf pöf etmeyen, yüzünde güller açan, hiç değilse yüzünden diken saçmayan bir ağabeyi olsa, yok yok başka bir ağabeyi olsun değil, ağası öyle olsa.
Çöplü, küçükken kuşpalazı illetine tutulmuş, öldü diye gömülmeye gidilirken dirilmiş, kireç yüzlü, iplik gibi bir tıfıldı. Anasıyla atası mahlukat-ı şeytaniye gelip canına ilişmesin diye onu tabiata karşı acındırmak istemiş, adına Çöplü demişlerdi.
Memi, kendini bileli beri ağızsız dilsiz bir hanede yaşadı.
…
Bizim evdeki tuhaflık ne ola diye düşünür dururdu, aklı ereli beri. Kimi evlerde sizi karşılayan kimi rayihalar olur, misafirliğe giderseniz şıp diye tanırsınız da ev ahalisi kırk yıl yaşamakla ayırdına varmaz. Çok pastırma yenir misal, çemen kokar, tarhana kurusu açıkta saklanırsa kurumuş yoğurt kokar, manda sütünün yağı ağırdır pek kokar, ayranın ekşisi dokumalarda mayhoş bir emare bırakır, kuyruk yağı eritilirse buharı sedirlere değin siner. İşte böyle kan kokardı Alilerin evi ama bildik kızıl kan değil. Kokuyu duyup kaçan bir Memi Can, başkası sezmiyor gibi devam etmede yaşamaya.
…
Garip Memi, sözden kelamdan kesilmiş anasının sesinin tadını bilmezdi. Ağasının sözleri desen çelik uçlu temren. Babasını görebildiği ender günlerde ondan işittikleri, sükûtun altın, az gülmenin erdem olduğu yolluydu. Yengesi Zeliha bile kendi çocuklarına, çok gülerlerse başlarına türlü belaların geleceğini söyler dururdu. Mahzunluk ve çilekeşlik, gaza yolunun dikenine göğüs germeye hazırlanan yiğidin en parlak ziynetiydi.
"Sana şimdi kıysam gerek," dedi Zülfü. "Her hâlükârda ızdırabımın ağulu menşei olmandan sebep. Vücuduma sebep oldunsa, beni ferah hiçlik âleminden bu kör kara hayata sürüklediğin için, kardaşıma kök oldunsa dirliğimin içine zakkumun tohumunu ektiğin için. Amma hanemize kardaşımın vücuduyla kara çaldığının öcünü alma muradıyla mübarek kılıcı kuşanmış idim. Akşama diye niyet etmiş iken yatsı kılınmaz. Bütün yolu en baştan yürümeliyim. Yeniden cebelleşmeliyim şeytanla, yoldan saptıran Deccal'la, alnımı mühürlemeye varan Dabbetülarz'la. Belki yeniden yürüyüp geldiğimde bu yoldan, gene bu kayser alanında, zülfikârı batırabilirim kör olası gırtlağına."