Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Faruk Kazan

Faruk KazanArapça Morfoloji (Sarf Bilgisi) yazarı
Yazar
0.0/10
0 Kişi
1
Okunma
1
Beğeni
191
Görüntülenme

Faruk Kazan Gönderileri

Faruk Kazan kitaplarını, Faruk Kazan sözleri ve alıntılarını, Faruk Kazan yazarlarını, Faruk Kazan yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Güncelliğini yitirmiş zat-sıfat meselesi, Kur’ân’nın mahlûk olup olmaması, halifelik kimin hakkıydı? Veya halifelerdeki üstünlük meselesi, haşrin kendisi değil de haşirde meydana gelen sırat, arasat ve rü’yetullah gibi tartışılmasında hiçbir fayda kalmayan konuların artık terk edilmesi yerinde olacaktır. Namaz, oruç, hac ve zakat gibi muhkem ayetlerle sabit olmuş ibadetlerin işlev ve gerekliğine dair yöneltilen sorulara cevap bulmak daha sahici ve gerçekçi olacağı düşünülmektedir.
Allah, bazı küçük hakir ve bizce şer olan şeyleri yaratmıştır. Ama bu bize göredir oysa Allah’a göre varlıkta asla şer yoktur. Bazı şer görünen varlıklar dahi onun bazı esmalarına mazhar oluşları itibariyle aslında şer değiller. Biz kendimizi merkeze koyduğumuz için onları şer olarak görüyoruz. Ama Allah, varlıkları kendi isimlerine mazhar olsunlar diye yaratmıştır.1443
Reklam
Câmî, eşitliğe dayanmayan Allah’ın adaletli dağılımını temsili bir hikâye ile şöyle izah etmektedir: Bir gün bir tavus ile karga bir bahçenin ortasında bir araya geldiler. Kendilerinde olan meziyetleri ve karşılarındakinin eksikleri gördüler. Tavus kargaya, bir yanlışlık olmuştur her halde çünkü ayağın kırmızı renklidir. Bu renk benim süslü tüylerime layıktır. Benim siyah ayaklarım da senin kara tüylerine daha uygundur. Karga ise tam tersini iddia ederek, aslında sen, benim ayaklarımın rengine daha çok yakışan bu süslü tüylerini yanlışlıkla almışsın. Ben de senin ayaklarına münasip olan siyah renkli tüyleri giymişim, dedi. Onların bu konuşma ve tartışmalarına kulak misafiri olan bilge kaplumbağa onları şu sözlerle düşünceye davet eder: Ey değerli dost ve arkadaşlar! Bu sonu gelmez, faydasız ve gereksiz tartışmayı bırakın. Çünkü Allah, herkese aynı şeyi vermediği gibi her şeyi bir kişiye de vermemiştir. Bazı özellikleri birine başka özellikleri ise diğer birine vermiştir. Allah’ın kuralı böyledir. Bu nedenle herkes kendisine verilenle mutlu olmayı bilmelidir.1296
Câmî ilginç bir şekilde edep ve muaşereti bile bu mizâna bağlıyor; nitekim edep nedir? sorusuna verdiği yanıt şöyledir: Edep, Allah’ın çizdiği sınırlarda durmaktır. Söz, eylem ve duyumları şeriatın mizânına göre ölçerek hareket ettirmektir. Herkesle şeriata göre davranmaktır. Bütün azaların hal ve hareketlerini Allah’ın dinine göre doğrulamaktır. Kalbi vesveselerden, sanılardan ve nefsin tehlikesinden arındırmaktır. İfrat ve tefritten kaçınmaktır. İslam dini bu anlamda edeptir. Edebi bizden istemektedir. Küfür ve tuğyanlık ise edepsizliktir. Nitekim Hristiyanlara bak! Onlar aşırı gidince Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu olarak telaki edip dalalete düştüler.1294
Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: “Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek? De ki: “Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir.”1228 İnsanların anlayabileceği dilden konuşan Allah, insanların benimsediği bir ilkeden hitap etmektedir. İnsanlarca bilinen kaideye göre bir şeyi ilkin yapmak zordur. Ama aynı şeyi ikinci defa yapmak birincisine göre daha kolaydır. Çünkü artık bir deneyim kazanılmıştır. Ahirette insanların çürümüş kemikleri diriltilmesinin zor olduğunu düşünene zihinlere Allah, insanlar arasında genel geçer olan bu prensibi hatırlatmaktadır. Bu prensip de kelam ve mantık ilminde müsellemât olarak kabul edilmektedir.
Câmî hem Ehl-i Sünnet itikadını anlatmaya devam ederken ehlibeyti sevmenin gerekliğini de1037 vurgu yapmaktadır. Ancak Şia gibi ifrata düşmemek gerektiğini vurgulayan Câmî, Din-i Muhammedî’yi Ehl-i Beyti ve ashabın himmet ve gayretleri sayesinde intizam bulduğunu bu sebeple onların adını hürmetsiz olarak zikredilmemesinden, daima onları tazim etme ve tümü hakkında iyi itikat besleme gereğinden1038 bahsetmektedir. Böylece hem Ehl-i Beyti hem de sahabeyi sevmenin gerekliğinden bahseden Câmî, sahabe arasında cereyan eden olaya da değinir ve meydana gelen bu olayda Hz. Ali’yi haklı Hz. Muaviye’yi haksız bulur. Ancak aralarında gerçekleşen husumet ile ilgili mutaassıp olunmaması, kimseye itiraz edilmemesi ve aralarında cereyan eden olayı Allah’a havale edilmesi gerektiğini1039 hususunda önemli durmaktadır. Çünkü Câmî’ye göre Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında meydana çıkan savaşta her ikisi de müçtehittiler. Biri yani Hz. Ali içtihadında isabet etmiştir. Hz. Muaviye hata yapmıştır.1040
Reklam
Mollâ Câmî’nin genel olarak kadına bakış açısı olumsuzdur. Örneğin Salaman ve Absal adlı eserinde göre “kadın nedir?” sorunun yanıtını ararken şöyle der: Kadın, dince ve akılca eksik bir şeydir. Dünyada böyle eksik bir varlık yoktur. Eksik olduğu gibi nankör bir varlıktır. Çünkü ona yüz yıl altın ve gümüş verilse, tepeden tırnağa mücevheratla donatılsa, ipekli elbiseler giydirilip evi altın kaplarla bezense, inciden lâle kadar bütün değerli takılar takılsa, elbiseleri bu değerli madenlerle işletilip süslense de yine nankördür. Giyecek ve takılarla doymadığı gibi içecek ve yiyeceklerde doymamaktadır. Çünkü o susayınca mücevher bir kadehle ona Hızır kaynağından abı hayat dahi sunulsa ve padişahların yedikleri meyvelerden ona ikram edilse bir tartışma ve kavga sırasında tüm bu iyilikleri hiçe sayıp “A ruhumu mahveden ömrümü kısaltan adam! Senden hiçbir hayır görmedim,843 der. Yüzü saf bir levhaya benzese de o levha da vefaya ait bir sözcük yoktur. Bu sadece belli bir grup topluluk veya milletle sınırlı değildir. Bütün dünyada ondan gaddarlıktan başka bir şey gören olmamıştır. Çünkü kadın yıllarca eşinin boynuna sarılır fakat yüzünü çevirince onu unutuverir. Eşi yaşlanınca o kendine yarayacak daha güçlü daha genç birini aramaya koyulur.844
Hadiste doksan dokuz isim geçmesine769 rağmen Allah’ın isimleri bunlarla sınırlı değildir. Allah’ın isimleri kıyas edilmeyecek ve sayılmayacak kadar çoktur. Nitekim hadiste doksan dokuz isim geçmesine rağmen onun yaklaşık on kattı olan bin bir isim meşhurdur. Ancak esma-i ilahiyeyi bin bir sayısı ile sınırlandırmamak da gerekmektedir.770
Allah iki şekilde varlıklarda tecelli etmiştir. Biri batıni, diğeri zahiri. Kendini hem celal hem cemal olarak nitelendirmiştir. Bizi de iki karşılıklı sıfatlara sahip varlıklar olarak icat etmiştir. Bu iki sıfatı diğer varlıklarda da yaratmıştır. Ama en belirgin bir şekilde bir arada topladığı varlık insandır. Çünkü insanda iki suret var edilmiştir. Hak sureti ve âlem sureti işte iki elden kast edilen Allah’ın bu iki suretinin tecellisidir.
Bu âlemin zerrelerinden her bir zerreyi nurların nuru kavramış, onu kuşatmıştır. Ona üstün gelmiştir. Ona o kadar yakındır ki kendi varlığından daha da yakındır. Ama sarma ve kuşatma sadece ilimle değildir. Yapma ve var etme anlamına da gelmez. Bunu başka bir anlamda anlamalı çünkü söz ondan yana hiçbir kapı açamaz. Ancak hayal edilebilir. Hal böyle iken ondan tabir edip anlatmak cahillerin şenaatine sebep olur. Bunu da ancak müşahede, mukaşefe, nefsani ve ruhani bir mücadele ile anlamak lazım, yoksa kelam yöntemi olan münazara ile varılmaz.755
31 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.