"Biz , hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık.Onları (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızık verdik; yine onları,yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık."
Kur'an-ı Kerim'in "kadim" ve "gayri mahlük" olduğu görüşü, aslında değişmez ve değiştirilemez bir sosyal yapı iddiasının teolojik temellerini de oluşturmaktaydı. Çünkü Kur'an'ın ezeli (kadim) olması, aynı zamanda onun ebedi olması anlamına da gelir. Böylece burada Kur'an'ın açıklaması olan sünnet ve selef-i sfilihinin görüş ve uygulamlarının da "ebedi" olduğuna dair bir işaret vardır. Dolayısıyla, Kur'an-ı Kerim'in "yaratılmamış ve kadim olması" anlayışı aynı zamanda sünnet ve selef-i salihinin uygulamalarından meyda na gelen ilk İslam toplumunun sosyal yapı ve statükosunun dokunulmazlığını savunmak demektir.
Selefilik, "altın çağ" ve "altın nesil" özlemiyle tarihin herhangi bir dönemini kutsallaştıran eski kuşakları yeni kuşaklara karşı tercih eden ve geleneğe yapılan bütün yeni eklemeleri yozlaşma ve sapıklık olarak gören muhafazakar ve tutucu bir zihniyettir.
Sosyal grup veya hareketlerin en hararetli taraftarları genellikle bazı mahrumiyetlere uğramış kişiler arasından çıkar ve böylece söz konusu kişilerin baskıya uğramış olan arzuları kolektif bir hedefin kollanması lehine yükseltilmiş olur.
Hanbeli mezhebi literatürü içinde temayüz etmiş Türk asıllı herhangi bir kişi yoktur. Günümüzde ferdi olarak vehhabi/Suudi selefiliginin etkisinde kalmış olan bazı Türklerin ise yeterli derecede tarih bilgi ve şuuruna sahip olamadıkları söylenebilir.
Tarihte şayet İslam düşüncesi kendisini geliştirmemis, tekrara düşmüş ve yüzünü geriye dönmüş ise, bunun en önemli sebeplerinden biri, erken sayılabilecek bir dönemden itibaren "selefilik" denen "tutucu" hastalığı ile malul olmuş olmasıdır.