James Joyce, Asperger sendromluydu. Kızının ciddi boyuttaki psikolojik rahatsızlığından dolayı da Jung ile önce hasta yakını olarak ardından dostluk ilişkisi gelişiyordu. Joyce’un hayatındaki en büyük üzüntülerinden biri kızının hastalığı oluyor. Joyce çevresinde tuhaf bir insan olarak tanındığından, kızının hastalığını da bu sebebe bağlamaları onu daha da üzüyordu. Benim bu asılsız ve dolaylı suçlamalardan sebep neler yaşadığımı biliyor musunuz, diyordu. 1930'lara dek hayatı ekonomik olarak bir dramdı. Sonraki 10 yılı ise ekonomik olarak görece daha iyiyse bile bu sefer de sağlık sorunları baş gösteriyordu. Gözünde de ciddi bir hastalığı çıkıyor. Finnegan'ı yazma sürecinde Becket’e yazdırıyordu metinlerini. Anlayacağınız çok huzurlu ve mutlu bir hayatı yoktu.
"İsyanım da, özlemim de dizelerimde gizli, gerçek hayattan uzak. Buna yaşamak mı denir? Bilinmez... Kalp ve kafa uyumsuz çalışıyorsa, hüzün davetsiz misafir olup her akşam kapına gelir."
"En uzakta bir yer de olsa öteki içimizde bizimledir. Insan nereyi özlüyorsa orada, kimi seviyorsa onunladır. Ruhun damarları böyle çalışır, fakat kalp heryerde paramparça."
"Düş ve düşünce yoldaşıyız seninle. Ne gerçek dostlukta ayrılık olur, ne de gerçek aşkta. Tek sorun mesafelerdir, fakat arada bir uzaklık olmasa insan nasıl özler? Özlemek yoksa eğer, her yaşam sıradan bir ikiyüzlülüğe düşer, bunu unutma!"
"Yalnızlık aşk gibi değildir, dostum. Bir ömrün kapısını çalmışsa orada sonsuza dek kalacak demektir. Fakat aşk öyle mi? Ne kapımızı çalacağı anı biliriz, ne de gittiğine inanacak gücümüz olur."