İsmail Parlatır kitaplarını, İsmail Parlatır sözleri ve alıntılarını, İsmail Parlatır yazarlarını, İsmail Parlatır yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Tevfik Fikret başka bir yazı dizisi olan “Hafta-i Edebî-5” başlıklı yazısında da geleneğin küt taraftarlarının Dekadan ithamlarının kendisi ve Servet-i Fünûn sanatçılarına dolayısıyla da Türk edebiyatına nasıl bir zarar verdiğini şu sözleriyle dile getirir:
“Efendi Hazretleri emin olmalıdırlar ki "Dekadan meselesinin ortaya çıkması terakkimizi hızlandırmadı, yavaşlandırdı..." ise bunun vebali o meseleyi ortaya çıkaranlara, o şakayı edenlere aittir. Ve ben zannetmem ki -o şakanın bütün acılıklarını tadanlar, yani şu zavallı bîgünah dekadanlar içinde- bugün kendilerinin tenezzülen itale buyurdukları dest-i iltifatı itecek kadar âdâb-ı ihtiramdan bîhaber bir şahıs mevcut olsun; fakat ummam ki- yine bunların arasında- o ele bûse-i kabul vazedecek kimse de bulunsun!”
Tevfik Fikret, "Musâhabe-i Edebiyye-46" başlıklı yazısında eski şiirin savunucularına Ziya Paşa’nın Harâbât’ını hem olumlu hem de olumsuz yönleriyle ele alırken şöyle feryat eder:
“Ey dekadan feryatçıları! Haniya şu "Tahrib ediyorsunuz... mahvediyorsunuz!" diye bir avuç gayretverân-ı edebi itham ettiğiniz tahkirlerle, düşnamlarla iltizam ettiğiniz lisan için neden bir münta-habat vücuda getirmiyorsunuz? Hep şiir yazıyorlar.. Hep şiir ile hayal ile uğraşıyorlar.. Lisanı da bitiriyorlar.. Şiirden başka nasipleri, hülyadan başka meşgaleleri yok. Lisanı da bitiriyorlar., bitiriyorlar... bitiriyorlar diye bağırıştığınız âdemler hiç olmazsa tabiatlerinin şevkine teba'iyyet ediyorlar. Hiç olmazsa yapabilecekleri şeyleri yapıyorlar. Lisanı da bitirmiyorlar; lisanı bitiren onlar değil.. Onlar lisanınıza medâr-ı ıtlak, medâr-ı talâkat oldukları için memnun bile olamazsınız. Bakınız, bu kadar söyleniyorsunuz; ağzınıza gelen tahkiri, tarizi ediyorsunuz”.
Tevfik Fikret, "Musâhabe-i Edebiyye-55 başlıklı yazısında gelenek hakkındaki görüşlerini bir sefer daha Türk dilindeki o yıllarda Ö.Seyfettin ve arkadaşları tarafından yapılmak istenen Türk dilindeki sadeleşme hareketine karşı çıkarak şöyle belirtmektedir:
“Fakat maksadımız lisanın bu cihetteki terakkisinden değil. Osmanlıcanın sadeleşmedeki meyl-i hâzırından bahsetmek idi. Biz buna "tasfiye-i lisân" diyoruz ve görüyoruz ki bunun için çalışanlar da buna başka nam vermiyorlar. Tasfiye-i lisân... Vakıa fena bir unvan değil. Lâkin hangi lisan ve nasıl tasfiye edilecek? Osmanlıcanın yüzlerce seneden beri alışmış olduğumuz Arabî ve Fârisî kelimelerini, terkiplerini kaldırarak yerine Türkçelerini koymak suretiyle mi? Bu epeyce bir zaman için tevlîd-i garabet ve müşkilât etmekten başka bir şeye yaramaz ve o müddet içinde, lisanımızın şu haliyle devam ve tevessüünden doğabilecek istifadeler mahvedilmiş olur. Atacağımız kelimelere iyi halefler bulup bulamayacağımız da başka mesele. Doğrusu muhafazakârlığın o kadar taraftarı değilim. Fakat insan istiyor ki yapılan şey bozmaktan ibaret olmasın”
Batılı anlayış ekseninse kurulan modern Türk edebiyatının kurucusu olmakla beraber, 19. yüzyıla kadar hakimiyetini sürdüren Divan edebiyatı anlayışına ilk bilinçli darbeleri indiren şair, gazeteci ve bunların yanı başında ilklerin adamı lakaplı sanatçı Şinasi'yi ve sanat anlayışını anlatıyor. Bununla beraber Şinasi 'yi alanında değerli kılan çalışmalarını, öncü fikirlerini açıklamanın yanında eserlerinden örnekler de içeriyor. Şinasi gibi bir mihenk taşını anlamakta için temel bir eser ...
Bir millet ki insaniyetin tenvir ve tehzibine memur olmak itikadında bulunur, efradı dünyaya askerlik için gelir ve askerlik yolunda feda-yı can eder... Bu mücahid millete askerlik sıfatı ecdadı olan kahramanlardan mevrusdur.
Şinasi, hayatının en dinamik, en harektli ve en bereketli yıllarını Paris'te geçirmiştir.
Şinasi'nin Paris'e, Fransa'ya, hatta bütünüyle Avrupa'ya bağlanması biraz da tanzima ruhunun yarattığı çoşku ile ilgilidir.
Adalet, her türlü kötülükten, zalimlerin zulmünden ve hışımından bir fanus gibi insanoğlunu koruyacak ve koruyacaktır. Nitekim bu koruyuculardan biri de Mustafa Reşid Paşadır.
Bir başka deyişle insanı insan yapan en önemli vasıf olan akıl ile Tanrı'yı anlamaya, kavramaya yöneliyor. Bu tavırda somut bir yaklaşım sön konusu. Önce akıl kavrayacak; sonra kavranılan bu değere yürekten inanılacak ve de ibadet edilecektir.