Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Mahmut Makal

Mahmut MakalBizim Köy yazarı
Yazar
9.0/10
458 Kişi
1.789
Okunma
165
Beğeni
10,3bin
Görüntülenme

Mahmut Makal Gönderileri

Mahmut Makal kitaplarını, Mahmut Makal sözleri ve alıntılarını, Mahmut Makal yazarlarını, Mahmut Makal yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Biz çoğunlukla düşünmeden yargısını belirtmek eğiliminde olan bir toplumun bireyleriyiz. Davranışlardan çok dış görünüşler, biçimler ilgilendiriyor bizi. Böyle düşüne düşüne, gerçekten uzaklaşıyor, ufacık bir görüntüden tutun da yurt sorunlarına kadar her şeyi daracık açılardan görmiye alışıyoruz. O hale geldiğimiz oluyor ki, toplumun kalıplaşmış kuralları bizi etkiliyor, usumuzun benimsemediği halde bir davranışı ya da bir düşünü beğenmek zorunda kalabiliyoruz. Usa yakın bir görünüşü, ya da görüşü benimsemek, karşıtını yadsımak da olağan geliyor. Bunun tek nedeni: alınan eğitimin yetersizliği, belli bir ereğe göre tam karakter verilmemesi, eğitim kurumlarında yurt sorunlarını kavrayacak, ülkü birliğini gençliğin benliğine sindirecek çevreyi yaratmayışımızdır.
Her acıyı bir sevinç kovalıyor, yoksa katlanılmazdı bu yaşa­mın acılarına. Öyle mutlu günlerimi bilirim ki, hemen bir rast­lantıyla acıya çevrilmiştir. Yine öyle üzüntülü zamanlarım oldu ki, beklenmedik bir olayla bir anda aydınlanmıştır.
Sayfa 50 - 2014, Literatür YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Doğuran Dağ ...
Cır Hasarı’ın oğlu, "Efendi, teşbihte hata olmaz, o dağın durumu da tıpkı bizim durumumuza benzermiş" demesin mi? "Ne ilgisi var ki, canım?" diyecek oldum. "Neye, nesi varmış, efendi" dedi. "Dağdan şehir doğurmasını umuyor millet, gürültüsüne bakarak, o ne doğuruyor görüyon mu? Biz de öyle değil miyik sanki? Sen ne kadar öteberi okudun, hani şöyle edilecek, böyle edilecek diyerek. Duydukça, o işleri yapılacak sandık. Hani bakıp gören, hani yapılan. Bir okulumuz var, yaptırılacak dediler. Bekledik, gelen giden olmadı, biz yapalım dedik, o da yıkıldı. Şurada senin çektiğini biz bilirik. Sen de bizim halımızı biliyon. Var mı, bundan kimsenin habarı? Eskiden okuldan hoşlanmazdık, kıymetini bilmezdik. Fakat, şinci sen ağnattın, hep aklımız yattı. Kendimiz yapamıyok. Hökümet yapsın canımız kurban. Sen bakma, o okul yapılmasın diyenlere. Şaşkınlıklarından, kızgınlıklarından. Yoksam onlar da ölüp gidiyorlar okul özleminden. Ama hani? Ne çocuklarda bi hayır kaldı, ne sende. Gayrım biz neyse. Valla inan olsun, kendimizi koyup da seni düşünüyok. Tanrı başadan gönendirsin seni... Yapılacak diyorlar, on sene, yirmi sene geçiyor. Laf olsun! Gine o dağ bi sıçan doğurmuş. Ya bizimki, hiç..."
Okul ...
Hoca’nın cüppesini havalansın diye ipe sermişler. Derken şiddetli bir yel, estiği gibi cüppeyi alıp götürmüş. Hoca "Şükür ya Rabbi!" diye dua etmeye başlayınca, karısı, "Ayol, niye dua edersin?" diye sormuş. "A hatun; ben de içinde olsaydım, halim nice olurdu?" demiş. Bizimkisi de o hesap. Ya duvar göçerken biz altında olsaydık? Ucuz kurtulduğumuza şükredelim. Peki, ama şimdi biz ne yapacağız? Onarım desek kabul etmez. Temelden hayır yok. Yenisi? Büyük sorun!... Hani Sait Faik’in bir hikâyesi var. Ben de onun gibi soruyorum: Gülsem olmuyor, ağlasam olmuyor, dövünsem olmuyor. Söyleyin a dostlar, ben ne yapayım?
Din dersi ...
"İmanım Demirkıratlar! Her dediklerini yaptırıyorlar. Bu sene din dersini koydurdular mı, gelecek sene de kendileri çıkar başa. Esas öteki Müslüman yazısıyla birlikte fesi getirirler gine. Atarlar şu dinini s...min şapkasını falan..." diye söyleniyorlar... Görüyorsunuz ya, muhalifler (Demokrat Parti) için ilerleme ve tutunma yolu neymiş! Zaten epey yararlandılar bu yoldan. Din dersinden başkasını yasak edeceklerini de söylerlerse, iktidarın yolunu kolayca açmış olurlar kendilerine...
din...
Bizim köylü, dine hizmet için yaratılmış. Ama dinin birlik, dirlik, sevgi, saygı gibi, insanları günlük yaşamlarında ve ilişkilerinde doğruluğa, olgunluğa götürücü yanlarına ilgi göstermezler. "Kalpte şükür, dilde zikir..." ... "Allah bilir, kabul eder. Bizlere asıl öte dünya lazım. Şu seninkiler dünyalık. At, eşşek... Zamane okuması... Hava!" derler...
Reklam
Öyle ya !..
Akbayır’da çavdar biçiyoruz. Bunaltıcı sıcak var. Bir gün önce, Göbekli Tepe’de arpa yolarken poyraz biraz okşuyordu. Babam dünkü serinliği özlüyor: "Bugün hava ne kadar sıcak be!" diyor. Oysa, bulunduğumuz yer, tepeler arası bir çöküntü. Dünkü arpa tarlası ise tepenin üstünde. "Baba, o tepenin başı şimdi yine serindir. Burası yüksek değil de ondan!" "Lan oğlum, Allah’ın işine akıl erdirmeye başlama, anladın mı? Burası sıcak olur da, orası serin mi olur? Ulan oranın Allah’ı ayrı mı?"
Kadın...
Kadının gizli yeri ağzıdır. Kadının ağzı başına örttüğü yemeninin ucuyla sarılıyor. Açsa açsa yemek yerken açabilir. Onu da erkekle yemez. Bir ailenin erkekleri ayrı, kadınları ayrı yerler yemeği. Bundan başka sesi de gizlidir kadının. Rastgele herkesle konuşamaz kadın. Hele genç bir kız ya da gelin, kendinden büyük erkeğe, kadına, özellikle akrabaya el ve baş işaretiyle bile meram anlatamaz. Yüzüne bakamaz. Eğer, "dünyada harcadığımız soluğun hesabını öbür dünyada vereceğimiz" doğru ise, köy kadını mutludur, kazançlıdır.
Adlar...
Asıl adıyla anılan, on kişiyi geçmez köyde. Daha çok takma adlarıyla anılır insanlar. Böyle anıla anıla da, adı unutulur. Sorulduğu zaman, asıl adını bilmeyenler var. Hele yeni yetişenler, köyün yaşlılarını yalnız takma adlarıyla tanımıştır, ne bilsin adını. Yaşlılar da gençlerin adını bilmezler. Zaten dedelerinin takması, torunlara ad oluyor. Takmalardan birkaçını sayayım: Kumbulu, Alanın oğlu, İdalı, Bildiri, Horsun, Holü, Dınkırı, Karaca... Horruk, Şaplak, Köşküş, Çüllu, Moroğları. Babaları da öyle: Ayran, Tönbe, Bıyık, İbalı, Fosur, Gamuk...
Reklam
ayaklar...
Bizim köyde ayakkabı giyen kadınların sayısı, yüzde beşi geçmez. Gerisi hep yalınayak. Kışın bile, karda çamurda çaya, çeşmeye su doldurmaya böyle giderler. Kızlar hep yalınayaktır, ama başlarında taşıyamayacakları kadar ağır fesler, yazmalar, püsküller, pullar, incik boncuklar doludur. Bu ayaklar, yazın da ekin tarlasına, çift sürmeye giden, çatlayıp taş kesilen ayaklardır. Kirden gözükmezler...
Havalar ısındı mı, işi iş kadınların. Kışın uyuşukluğu yavaş yavaş geçer, güneşi emdikçe canlanır bedenleri... Çıkarlar duvarın dibine, serili seriliverirler. Ama buraları aynı zamanda aptes bozma yeri olduğundan, bir de kokar mı pis pis! Fes bir yana, yemeni bir yana. Yatarlar birbirinin dizine. Hiç usanmazlar akşamlara kadar, bit ayıklarlar. Çatlat ha çatlat! "Korkmayın, tüketiriz kökünü diye!" Başlar kokar mı, karmakarışık saçları kıpkızıl kesilir mi kanla. Parmak tırnakları benzer mi ezilmiş serçe başına... Ayaklar, eller sanki kapkara birer taş parçası. Yüzlerindeki kirin donu güneşte çözülür de, kara kara terler akar şakaklarından...
"Çocuğum, kaç gündür bir kalem alamadın?" "Öğretmenim, babam yabana gitti; anam da paranın yerini bilmiyor. Dün akşam ahırdaki delikleri hep aradık, bulamadık."
Dünyanın böyle olduğunu bilseler ordan çıkmazlar o çocuklar, ne çare çıktıktan sonra ağnarlar kaç köşeydiğini dünyanın...
Köprü altında sandık Baştan ayağa yandık !..
Eşek sıpası...
Eşek yaladıktan sonra, sıpanın kulaklarını çöttük, dik dursun diye, gelenektir. Babam burnuna üfürdü ve kulağına seslendi: "Kirr! Anandan arkaya kalma!... Seni canavar yir!" Bu da gelenektir. Sonra, "Gel gız, bi de sen çağır da cesur olsun" dedi anama. Bir de anam seslendi. Bu sırada çocuklar da tutturdular. "İlle biz de çağıracağız!" diye. Birer de onlar çağırdılar...
Reklam
Türk köyünü hâlâ: "Çoban kaval çalar, Anın Hayatı şairanedir. Fısıldaşır, sükût eder, Bu bir güzel teranedir." gibi dörtlüklerdeki havayla düşünenler, bu memleketi tanımıyorlar; onun gerçekleriyle hallü hamur olmadıkça köyü bildiğimizi iddiadan, onun adına avukatlık etmekten vazgeçelim bari.
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.