Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Marcus Steinweg

Marcus SteinwegAşikarlık Dehşeti yazarı
Yazar
7.3/10
9 Kişi
27
Okunma
5
Beğeni
962
Görüntülenme

Marcus Steinweg Gönderileri

Marcus Steinweg kitaplarını, Marcus Steinweg sözleri ve alıntılarını, Marcus Steinweg yazarlarını, Marcus Steinweg yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Düşünmek demek kişinin kendisini içkinliğin yapısındaki yarıklara ve gerçeklik dediğimiz tutarlılığın dokusundaki tutarsızlıkları adaması demektir. Düşünmek, ayağınızın altındaki zemini kaybetmek demektir.
Barışta savaş
Önceden, hasımlarımız vardı. Bugünse husumetlere tabiyiz.
Reklam
Çocuklarda çağırıcı kendi kendini oluşturmanın normalliği­ne ait olan davranışlar yetişkinlerde gerileyici narsisizm ola­rak devam eder: İlgi görmek ve onaylanmak için durmaksızın yaygara koparmak, teatral biçimde kendini merkeze koymak, başkalarının amansızca araçlaştırılması, karar vermede zor­lanma, gerçekliğin libidinal reddi, otokrasi, duyarlılık, kendi hislerini hodpesentçe göklere çıkarma, melodramatik beden ezoterizmi, kendini nesneleştirme, masumiyet pathosu, aşırı sulugözlülük. Bunların hepsi, ümitsizce sonsuza dek bir ço­cuk kalma isteğidir!
Işığın emperyalizmi şeffaflığın diktatörlüğünü üretir[..]
Bir yazarı okumak onunla mutabık olmak demek değildir. Okumak kışkırtıcı belirsizlik riskine girmek demektir. Eğer sadece sevdiklerinizi okursanız, pek de okumaya başlamamışsınız demektir. Okumada, abartılı aşırı yük deneyimi kendisini gösterir. Okuyanlar, kendi dünyalarının tutarsızlığını dene­yimlerler.
Reklam
Nietzsche
"Bazen bir şeyin değeri onunla ne elde edilebileceğinde değil, ona karşılık ne ödediğimizde, bize neye patladığında yatar."
Gerçek, en iyi büyüteçtir. Bakışı görünürden uzaklaştırıp görünmeze yöneltir.
Blaise Pascal
Deux excés: exclure la raison, n'admettre que la raison. [İki aşırılık: Aklı dışlamak ve yalnızca aklı kabul etmek.]
Düşünmek av­lanmak demektir, kavramlarını ve fikirlerini bünyemize kat­mak için başkalarının izini sürmek demektir. Gösterişçilik, yanlış anlamalar, şiddet ve küstahlık olmadan gerçekleşmez bu. Düşüncenin mümkün olabilmesi için belirli bir kibir ge­rekir. Yahut en azından, bu varsayımdan uzak durabilecek bir felsefe yoktur. Felsefe tarihi herhangi bir gerekçe orta­ya konmadan girişilmiş bir yağmalama tarihi gibidir. Ama haklı olmaya dair bir şey değildir felsefe. Kendine maletme, asimile etme, dönüştürmeye dairdir; Müller'in dediği gibi, şeylerden faydalanmaya dairdir.
Reklam
Gömülmek geceye. Bazen düşüncelere dalmak için baş eğilir ya, onun gibi tıpkı, düpedüz gömülmüş olmak geceye. Dört bir yanda insanlar uyumaktadır. Ufak bir oyunculuk, masum bir kendini aldatış, sanki evlerde uyumaktadırlar , güvenli yataklarda, güvenli çatılar altında, döşekler üzerinde boylu boyunca uzanmış ya da kıvrılıp büzülmüş, çarşaflar üzerin­ de, yorganlar altında; gerçekte bir araya gelmişlerdir, o bir vak itler ve sonraları olduğu gibi metruk bir yerde, açıkta bir kampta, sayılamayacak kadar insan, bir ordu, bir kavim, so­ğuk bir gök altında, soğuk topraklar üzerinde, önce ayakta, şimdi savrulmuş yerlere, alınlar kollara bastırılmış, yüzler yere doğru, sessizce soluyarak. Ve sen uyanık durursun, nö­betçilerden birisindir, yanıbaşındaki çalı çırpı yığınından ya­ nan bir odun parçasını sallayarak sana en yakın kişiyi bulur­ sun. Neden uyanıksındır? Birinin nöbette olması gerekiyor işte, denir. Birinin orada olması gerekiyordur.
Evvela, enkaz, düzene sokulmamış malzemeler, kaos vardır. Herakleitos bunu biliyordu: "En adil evren, gelişigüzelce toplanmış bir çöplük yığınıdır sadece."
İdeolojik olduklarını inkar edenlerdir ideolojik olan.
Tanrının ölmüş olması mutlak bir mimar olmadığı anlamına gelir. Ve felsefeciler hiç de onun yerine geçebilecek münasip adaylar değildir. Tanrının yokluğunun gölgesinde inşa eder­ler. Yunancadaki aikos kelimesi ev ya da kabir diye tercüme edilebilir. Felsefecilerin evleri aynı zamanda mezar yerleridir. Ölü tanrılar onlara tıpkı hayaletler gibi musallat olur. Dü­şünce asla bu hayaletin arşivlenmesinden daha fazlası olma­yacaktır.
Platon'un mağarasından Descartes'ın fundamentum incon­cussum'una, Heidegger'in "varlığın evi" olarak dil bahsinden Foucault'nun "düşüncenin büyük Platoncu inşası" değini­sine kadar, mimari metaforları Batı düşüncesine baştan uca yayılmıştır. Felsefenin evlerinin saraylar olması gerekmez. Hegel'in sistemleri katedralleri veya gökdelenleri andırır; Nietzsche'nin aforizma derlemeleri göçebe çadır şehirlerini; Luhmann'ın sistemler teorisi modelleri devasa ofis komp­lekslerini - hepsi de boşluğa dikilmiş ve kumun üzerine inşa edilmiştir! Felsefeciler evlerini çölde kurar; yüzen evlermiş gibi gemilere binip okyanusları kat ederler. Daha müteva­zı mimariler vardır. Mesela birini saymak gerekirse, Frankfurt Okulu'nun üçüncü kuşağının sıraevleri. Heidegger'in kulübeyi yeğlemesi tevazuyu değil, bir keşiş hayatının pat­hosunu ifade eder. Bana birinin nasıl inşa ettiğini gösterin, ben de size onun nasıl düşündüğünü söyleyeyim.
232 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.