Lucy, iki çocuklu bir kadın. Eşi ile oldukça ideal bir evliliği var. Kariyerini bırakmış ve evine, çocuklarına bakan tipik bir kadın olmuş. Lucy, bu sıradanlığa alışmış ve her şeyin normal ilerlediğini düşünüyor. Fakat bu söylediklerim, Lucy'nin tamamen sağlıklı olduğunu düşündürmesin çünkü kendisi çocukluğundan gelen travmalara sahip. Bir eş olarak ve özellikle bir anne olarak rolü üzerine çokça düşünen, kimi zaman bu rollerinin onu bir insan olmaktan çıkardığını düşünen birisi. Yine de annesi gibi şiddet görmediğini vs düşünerek haline şükrediyor.
Bir gün, bir adamdan aldığı telefon ise dünyasını başına yıkıyor. Adam, Lucy'nin kocası Jake'in, kendi karısı ile bir ilişki yaşadığını söylüyor. Jake inkar etmiyor. Lucy de intikam derdine düşüyor çünkü kendi canının yandığı gibi can yakmak istiyor. Ona göre burada suçlu olan kendisi değilken neden kendi canı yansın ki? Jake ile anlaşıyorlar ve Lucy, üç kez Jake'in canını yakmak için plan yapıyor.
Lucy, geçmişteki travmaları, sosyal hayatı, çocukları ve Jake etkisiyle farklı intikam planları kuruyor. Fakat bu planlar sadece Jake'in canını yakmakla mı kalıyor, orası okuyucuya kalmış.
Hunter'ın dili oldukça sade ve soğuk, bence kitabın sürükleyici ve yakalayıcı olmasının sebeplerinden biri bu. Fakat son bölümde okuyucuyu biraz fazla uzaklaştırdığını düşünüyorum. Onun dışında hızlı okuduğum, Lucy'yi ve çevresini anladığım, dolayısıyla keyif aldığım bir kitaptı.