Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Mustafa Özgen

9.0/10
3 Kişi
19
Okunma
2
Beğeni
806
Görüntülenme

En Beğenilen Mustafa Özgen Gönderileri

En Beğenilen Mustafa Özgen kitaplarını, en beğenilen Mustafa Özgen sözleri ve alıntılarını, en beğenilen Mustafa Özgen yazarlarını, en beğenilen Mustafa Özgen yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İmam-ı Rabbani (hz.) muhabbette dalkavukluğun olamayacağını düstur olarak ortaya koyduktan sonra sevmenin ölçüsünü koyar: Seven, sevdiğine hayranlık ve çılgınlık derecesinde düşkünleşmelidir. Böyle bir sevgiye sahip olan kişinin sevdiği peygambere muhalefet etmesi şöyle dursun, muhalefet edenlere karşı meyledip mülayim davranması bile mümkün değildir.
Abdullah b. Mübarek(r.a)'e "Hangisi daha faziletlidir: Muaviye mi Ömer ibn Abdülaziz mi? diye sorulmuş. O da "Hz. Rasulullah'la beraber olduğu zamanlarda Hz.Muaviye'nin atının burnuna giren toz bile Ömer ibn Abdilaziz'den kat kat hayırlıdır" demiştir. Bu sözüyle o hiçbir şeyin Hz. Rasül-ü Ekrem ile birlikte bulunmaya ve onu görmeye muadil olmayacağına işaret etmiştir.
Sayfa 194Kitabı okudu
Reklam
Hıristiyanlar, Hz İsa'yı ilah olarak sevdikleri halde Müslümanlar Hz. Muhammed'i Allah için severler.
İmâm-ı Rabbâni şu neticeye gelir: Salikin beşeri sıfatlardan tamamen sıyrılarak fani olması mümkün olmadığına, fani olmadan matlüba ittisal ve ona vasıl olmak mümkün olmadığına, vasıl olmadan da marifet gerçekleşmediğine göre marifeti elde etmekten aciz kalınır ve marifet hususundaki acizlik bizzat marifet olur.!* İmâm-ı Rabbâni Allah'ı tanıma (marifet) hususunda acizliği reddedip O'nu bildiğini iddia etmeyi, katmerli cahillik (cehli mürekkep) olarak görür. Ona göre bunu iddia eden kişi cahil olduğunu bilmediği gibi, bilgisizliğini bir ilim kabul etmektedir.
İmâm-ı Rabbâni'ye göre akıl, doğru yolu bulmaya yarayan değerli bir nimet ve vazgeçilmez bir delildir.217 Ama ne var ki o, sadece beş duyudan gelen bilgileri sadece bir üst merhalede değerlendirebildiği halde insanı mükellef tutmaya yetecek derecede güçlü değildir.28 Allah'ın varlığı beş duyu ile tecrübe edilmediği için akıl, o hususta bilgi üretemez. O bilgi için peygamberin desteğine muhtaçtır.”219 Kısacası hidâyeti bulmak akılla mümkün olmaz ama akılsız hiç olmaz. Akıl ön şarttır ama nebilerin tebliğleri ona yol göstermezse netice alamaz.220
İmâm-ı Rabbâni'ye göre marifeti elde etmenin yegâne yolu, bilinecek şeye ulaşmaktır (vuslat). Tabii ki iman meselesinde tanınacak varlık Allah olunca O'na ulaşmanın mümkün olup olmadığının ayrıca ele alınması icap eder. Ona göre Allah'la O'nu tanıyacak insan arasındaki mahiyet farklılığı iki varlığın birbirine vuslata manidir. Tanıyacak olan insan yoklukla bağlantılı iken tanınacak olan Allah'ta varlık (vücud) asıldır. İnsanın aslındaki yoklukla bağlantısı ve ondan kaynaklanan zayıflıkları bazen azalsa bile asla kaybolmaz. Hâlbuki yokluk kavramı hakiki ve kadim varlık olan Allah hakkında imkânsızdır. Bu bakımdan insanın Allah'a ulaşması, iki zıttın bir anda aynı yerde bulunması kadar imkânsızdır.“ -
Reklam
Kısacası İmam Mâtürîdî siyasî entrikalardan uzak bir ilim merkezi olan Semerkand'da kendini ilme vermiş, tek başına nakli kullanmanın doğuracağı sıkıntıları sezmiş ve aklın dinde kullanılabileceği en uygun yöntemi başarmış bir kişidir68. Daha açık bir anlatımla nakli akıl süzgecinden geçirerek ve semantik çözümlemeler yaparak kullanmış bir bilgindir. Üstelik o, diğer mezhep mensuplarının kullanmış olduğu aynı âyetlerden hareketle, fakat daha derin analizler ve semantik bir yöntemle konuyu anlaşılır ve kabul edilebilir bir biçimde aklileştirmeye (rasyonalize) çalışmıştır.
Abdülgani Nablüsi'nin (v. 1143/1731) “el-Fethu'r-Rabbâni” isimli kitabındaki şu iki paragraf, Ehl-i sünnetin iman-amel ilişkisine dair görüşünü özetler mâhiyettedir: “Günah ve ma'sıyetlerden kaçınmak hakiki kâmil imanın şartı değildir; yoksa insanın ismet sıfatına sahip olması şart olurdu. Hâlbuki ismet sadece nebi ve meleklere aittir. Kâmil iman sâhipleri ma'süm değil, mahfüzdurlar. Mahfuz olmak, günahın işlenmemesi değil, sahibine zarar vermemesidir. Günah işlememek ise hıfz (mahfüzluk) değil, ismettir. Baksanıza âyet-i kerimeye: “Allah tevvâb olanları sever...” 583buyurulmaktadır. "Tevvâb”, çok tevbe eden de.mektir. Çok tevbe edenin günahı da çoktur. Dolayısıyla buradan müşâhede sahiplerinin günahlarının çokluğunun Allah'ın sevgisine vesile olabileceği anlaşılmaktadır. Çünkü onlar, gaflet ve ma'siyetlerdeki perdelerden şühüd hâllerine tekrar döndüklerinde pişmanlık duyup istiğfâr ederler ve Allah da onları bu vesileyle ma'siyetin uğursuzluğundan muhâfaza buyurur. Onlar ma'sum değil, mahfüzdurlar. Lakin fikir ulemâsı veya onlara benzeyen avâmdan olan gaflet ehli, öyle değildir. Ma'siyetin içine düşünce onların perdeleri artar ve gafletleri çoğalır. Dönüp baktıkları zaman kendisinde günahın çirkinliğini görebilecekleri şühüd hâlleri yoktur. Hattâ onlar çok kere tövbe bile edemedikleri için günahları ile muâhaze edilirler. “En hayırlınız tekrâr tekrâr günah işlediği halde tevbe edeninizdir.”584 hadis-i şerifi anlattıklarımızı doğrulamaktadır.”585
26 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.