Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Mustafa Uğur Karadeniz

Mustafa Uğur Karadenizİslam Sanatlarında Estetik yazarı
Yazar
9.7/10
3 Kişi
27
Okunma
2
Beğeni
517
Görüntülenme

En Eski Mustafa Uğur Karadeniz Gönderileri

En Eski Mustafa Uğur Karadeniz kitaplarını, en eski Mustafa Uğur Karadeniz sözleri ve alıntılarını, en eski Mustafa Uğur Karadeniz yazarlarını, en eski Mustafa Uğur Karadeniz yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Sanatı,bireyin gelgitlerine hapseden bir anlayışa karşı çıkan bu estetik, aydınlık yüzünü, bir mücadeleye girmediği tabiatın, alt edilmesi gereken bir düşman değil, hakikate işaret eden bir “ayet/işaret” olarak telakki edilmesinden de alır. Tabiatı bir işaret olarak kavrayış, insanda temaşa ve idrak sürecine dönüşür. Tabiattan hareket etmek, onu nesneleştirmez, insan “özne”sinin karşısında edilgen kılmaz. Bütün bunlar bir ibadet bilinciyle yapıldığı için sanat da böylece aşkın bir boyut kazanarak duaya dönüşür.
İslam estetiğinde dua kabul edilen sanat, onu icra edende mahviyetkâr bir tutum gerektirir. Gelenekte sanatçı öznesinin öne çıkmaması ve imtiyazlı bir sanatkâr zümresinin oluşmaması, bu mahviyetkâr tutumun bir sonucudur. Sanat da onu icra edenin diğer eylemlerinden daha üst bir mevkide değildir. Ahlakın bir parçası olarak “amel” kategorisinde yer alır. Sanat ve hayat arasında kurulan bu ortaklık, sanatkâr ile sanat eserinin muhataplarını da ortak bir duyguda buluşturur.
Reklam
Yunan düşüncesindeki estetik ve sanata dair görüşlerden bazı etkiler taşımakla birlikte İslam sanatları estetiği kendi kıvamını bulmuştur. Zaten bu etkiler de doğrudan bu görüşlerin körü körüne izinden gitme ya da gölgesinde kalma olarak değerlendirilemeyecek özgün eklemelerle zenginleştirilip yine özgün bir sanat anlayışına tekâmül ettirilmiştir. Bu yüzden İslam sanatları ile ilgili değerlendirmelerde bulunurken tamamen bir Yunan düşüncesi etkisinden veyahut Orta Çağ estetiği genellemesinden bahsetmenin, bu sanatın ilkelerini ifade etmede hem yetersiz kaldığı hem de hatayla malul olduğu bilinmelidir. İslam düşüncesinin kendi kaynakları ile sanat görüşü arasındaki ilişkiler üzerinde durulduğunda, İslam sanatları estetiğinin özgünlüğü daha iyi anlaşılacaktır. İslam'da “sanat” kavramına yaklaşım bunun göstergesidir.
İslam estetiğinde sanatın kendisi de hayattan kopuk değildir. Aslında sanat hayattan başka bir şey de değildir; zira o, müzelere, özel mekânlara, hayatın olağan akışının kesildiği soyutlanmış alanlara hasredilmemiş, belli bir dönem ya da özel günlerle sınırlandırılmamıştır. İslam'da sanat, herkesin her an tanık olabildiği, günlük hayatını sürdürdüğü mekânların tabi bir parçasıdır. Sanatçı ve sanatın muhatabı sanatsever arasındaki iletişim doğallığı, kendini hayatın her alanında göstermektedir. Sanatçılar da eserlerini bu bilinçle verdiklerinden imtiyazlı bir sınıfın temsilcisi konumuna gelmemişlerdir. Sanata İslam tasavvuruyla bakan sanatkârın onu diğer eylemlerinden (amel) ayırmaması, sanatkârı ve sanatın tüm muhataplarını ortak bir idealde buluşturmuştur. Bu tevhid nazarıyla bakılan hayatın, adeta bir bölünmezlik ilkesidir.
Tabiatı işaret ettiği hakikatten kopardığı için “tasvir”den kaçınan İslam sanatı, sanat anlayışında “taklit”e de yer vermeyecektir. Sanatta taklit, bir meydan okumanın, daha iyisini yapma ihtirasının dışavurumudur. Taklit yoluyla tabiatın alt edilmesi, onun boyun eğdirilmesi hedeflenmiştir. Bu yüzden modern sanatın ontolojisinde çok önemli bir yere sahip olan “taklit” kavramına, İslam sanatı sırtını dönerek bambaşka bir sanat tasavvuruna sahip olduğunu göstermiştir. Tabiatın kendisini hakikate giden yolun işaretleri olarak gören İslam düşüncesi, hakikatin kendisine yönelmek dururken onun taklitleriyle oyalanmayı hoş görmemiştir. Çünkü tabiatın taklit edilmesi ister istemez tabiatın merkeze alınması sonucunu da doğuracaktır. Sanatın bu tuzağına düşmeyen İslam sanatçısı sürekli bir teyakkuz hâlindedir. Ona düşen Sonsuz İrade'nin hükmü karşısında teslimiyeti tercih etmektir. Bu da taklit yerine, hakikatin nazarıyla bakarak onun işaret ettiği aşkın değerleri yansıtacak bir üsluplaştırmayı gerektirecektir. Bu yüzden Aristo'nun, İslam dünyasında mantık ve düşünce yönüyle Muallim-i Evvel olarak bilinmesine rağmen, sanatta taklit (mimesis) anlayışına tevessül edilmemiştir.
“Varlık” (vücüd) ve “Zorunlu Varlık” (vâcibü I-vücüd) tasavvuru, İslam sanatının her ögesinde karşılığını bulur. İslam sanatının kendi içinde değişken olan ve çeşitlilik arz eden özellikleri; sonlu ve varlığı kayıtlı olanın (varlık/vücüd), sonsuz olan ve yokluğu düşünülemeyenin (Zorunlu Varlık/Vacibü-l-Vücüd) karşısında geçiciliğini idrak etmesiyle izah edilebilir. Ayrıca İslam sanatında bu tenevvü kavramıyla da ifade edilir. Tenevvü birçok sanat dalında görülebilmektedir.
Reklam
Karagöz, Ortaoyunu ve Meddah gibi oyunlarda, oyunun her oynanışında farklılıklar göstermesine şaşılmamalıdır. Aynı senaryonun değiştirilmeden oynanması da bir tür sabitleme, kontrol altında tutma ve hâkimiyetin insanda olduğu izlenimini verme, demektir. Bu durum, ayrıca Müslüman toplumun zaman algısından da kaynaklanmıştır: Onlar için zaman kavramı var olan “an”ların birbirini takip etmesidir ve bu takip kesik kesiktir. Allah dilerse geri dönmeleri de mümkündür. Zaman kavramı, bir zamanlar olmuş ve tekrarlanacak olan ideal bir zaman olarak düşünülür. Yeniliğin peşinde koşmama, geçmişi tekrar etmeyi erdem sayma bu zaman anlayışında makul karşılanmalıdır. Bu yüzden olsa gerek 1582'de şehzadesi III. Mehmed için bir sünnet düğünü tertip etmek isteyen III. Murad; yeni, denenmiş, bir benzeri daha olmayan bir tören yerine atalarının böyle bir tören için önceden nasıl bir yol izlediklerini öğrenmek amacıyla saray arşivlerini taratmıştır (Massignon, 2006: 16; Erzen, 2016: 48; Şentürk, 2006: 352).
Kur'an, okuruna etkisini telkin yoluyla değil ikna yoluyla göstermeyi hedefler. Kur'an'ın bu belirleyici rolü, onun muhatabını ikna eden bir anlatım gücüne sahip olmasıyla da ilgilidir. Kur'an tebliğ ettiği hususlarda, muhatabının hayatı için önemli ve öncelikli olduğu konusunda onu ikna eder. Kur'an, bu ikna edici gücünü aynı zamanda metninin güzelliğinden alır. Ayrıca içerdiği anlam ve imalar nazmının estetik değerini alabildiğine artırır. İslam sanatının bir özelliği olan iyi ve güzelin özdeşliği Kur'an'da da görülebilmektedir. A'raf suresi 31. ayette geçen “Mescide giderken güzel olan şeylerinizi alın.” ilahi kelamı, insan elinden çıkma şeylere de güzel vastfını layık görmektedir. Turan Koç, bunu sanat eserinin güzelliğine Kur'an'dan bir örnek saymaktadır (T. Koç, 2008: 71-72). Kur'an, İslam estetiğinin temel yaklaşımı olan güzel ve iyinin özdeşliğini bu ayetle teyit etmektedir.
Kur'an'ın birçok yerind 6 insanbiçimci (antropomorfik) bir dil de kullanılmaktadır. Kur'an'daki bu üslup özelliğine rağmen ondan neşet eden İslam sanatına, bu anlamda antropomorfik biçimin yansımaması oldukça önemlidir. Kur'an'ın bu üslup özelliği, insanın bildiği bir çevreye dikkat kesilmesi (temaşa) amacına matuf olarak yorumlanabilir. O yüzden Kur'an'ın bu üslubu mecazlık içerir. Bu durum, Kur'an'ın muhatabının dünyasını dikkate alıp ona göre seslenmesi olarak anlaşılmalıdır.
Kâbe'nin kıble ve tavaftaki konumu, hayatı bir bütün olarak algılamayı ilke edinen İslam sanatını da etkilemiştir. Buna göre, İslam sanatlarındaki perspektif yoksunluğunun nedeni, Kâbe'nin kıble ve tavaftaki bu çok bakış açılı merkezi konumudur. Tavaf edenler, etrafında dolanarak her yeni adımda onu farklı bir yerden farklı bir bakışla görürler. Onun bu konumu, insanın kendi bulunduğu yeri merkeze alıp bir noktadan bakarak “perspektif” inşa etmesini engellemiştir. Böylece insan durduğu yerden bakarak bir perspektif ve bundan hareketle hakikat bilinci inşa edemeyecek, aksine yürüyüş hâlinde bir #temaşayla mücehhez bulunduğu hakikatin bilinciyle “gör”ecektir.
Reklam
Gazâli “göz”ün “kusur”larından bahsederken insanda “kemâl”e sahip başka bir gözün varlığından da bahseder: nefs-i insani, Gören gözün, kusurlu olması, hakikatin ifadesi için de “mecaz”ı gerektirir: Mecaz, hakikatin köprüsüdür. Gazâli, hissi âlemi, akli âleme giden bir merdiven olarak tavsif eder. Çünkü eğer hissi âlem ile akli âlem arasında hiçbir bağ ve münasebet olmasa, Rubübiyet Hazreti'ne sefer etmek yani Allah Teâlâ'ya yaklaşmak imkânsız olur (Gazâli, 2017: 25,57).
İslam sanatında sanatın gayesi, insan odaklı değildir. İnsan tüm eylemlerini bir gayede birleştirmelidir. Bu gaye aynı zamanda insanın varlık nedenidir. Tasavvufta bir kudsi hadis olduğu kabul edilen “Ben gizli bir hazine idim, istedim ki bilineyim ve bilinmek için bu âlemi yarattım.” sözü, ondakı aşk anlayışını belirlemiştir. Allah hem “Kemâl-i Mutlak” hem “Cemâl-i Mutlak"tır. Bütün güzellikler kendinde toplanmıştır. Cemâl-i Mutlak “aşk-ı zâti” sebebiyle kendini görmek ve göstermek isteyerek âlemi yaratmıştır. Âlem, bir ayna gibi hakikatın tecellıgahı olmaktadır: Çünkı sen ayıne-i kevne tecelli eyledin Öz cemâlın çeşm-i âşıktan temaşâ eyledin Yenişehirli Avni
Ayetlerde, yedi kat gök, güneş, ay, arş, gece, gündüz gibi kelime ve tamlamaların varlığı, Müslüman nazarının göğe yönelmesini sağlamış olmalıdır. Göğe yönelmenin önemi, Hz. İbrahim'in tevhidin sırrına göğü temaşa ederek ulaşmasında da görülebilir. Hay bin Yakzan'ın da temaşası sonrasında hakikatin semada gizli olduğunu düşünüp kendine göğü örnek olarak alması, bu kozmolojik ilginin sebeplerinin anlaşılmasında yardımcı olacaktır. Hayın, göğü temaşa ederken ilkin göğün koruyucu ve kollayıcı özelliğini örnek alarak kendinden zayıf canlıları koruması ve kollaması, ikinci olarak onun temizlik timsali olmasından hareketle yıkanmayı ve güzel kokular sürünmeyi öğrenmesi, üçüncü olarak da göğün dönerek kayıtlardan azade olmasından hareketle kendisinin de masivadan alaka kesip Vâcibu'l-Vücüd'a yönelmeyi idrak etmesi (İbn Tufeyl, 2006: 75-77), bu durumu açıklamak için belirtilebilir. Gazâli de insanın kendisini koruyup geliştirmesi, hatta iyileştirmesi için göğe bakmanın çok önemli olduğunu belirtmiştir.
Fârâbi ve İbn Sinâ, âlemin belirli bir tertip ve nizâm çerçevesinde varlık kazandığını ifade ederken bütün bir âlemi de iyilik nizâmı olarak nitelemektedirler. Bu iyilik nizâmı nitelemesinde dikkat çekilen husus, nizâmdaki güzellik ve mükemmellik fikridir. Bu nitelemelerde kullanılan düzenin güzelliği (hüsn-i nizâm), en güzel düzen (ahsenü'n-nizâm), bütünün seçilmiş güzelliği (nizâmu I-külli'l-haseni'l-muhtâr), değerli düzen (en-nizâmü |-fâzıl) ve değerli tertip (tertibu'l-fâzıl) gibi ifadeler, düzen ve güzelin çoğu zaman birlikte yer aldığını gösterir. Bu birliktelik ise düzenin estetikle doğrudan ilgili olmasıyla açıklanır. Filozofların bu ifadeleri tercih etmesi, âlemin olabilecek en iyi en güzel düzende olduğunu ve bu düzen ve güzelliğin Tanrı'nın bilgisi, irâdesi, inâyeti ve hikmeti çerçevesinde oluştuğunu vurgular (Taşkent, 2018: 119).
Müslüman bilim adamlarının, günümüzdeki bilim anlayışından farklı olarak astronomi ile ilgili kabulleri “bilimsel” bir mesele biçiminde ele almadıkları söylenebilir. Onlar, bu meselelere -aslında her meselede olduğu gibi-kozmolojik bir idrakle metafizik ve teolojik bir olay olarak bakmaktadırlar. Bu açıdan İslam sanatının esas ilkeleri, kozmoloji anlayışı değişse bile değişmeyecektir. Çünkü İslam düşüncesinde benimsenen bu kozmoloji anlayışına hakikatin yegâne ifadesi olarak bakılmamaktadır. Bu açıdan bu kozmoloji tasavvurunun, İslam düşüncesinde bir paradigma oluşturmadığı da söylenebilir.
87 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.