İzmir Amerikan Koleji'nden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi (1929). Aynı yıl İzmir Erkek Öğretmen Okulu'nda felsefe dersleri vermeye başladı. Hükümet tarafından ABD'ye felsefe tahsili yapmaya gönderildi, Harvard Üniversitesi'nde psikoloji dalında lisans eğitimi yaptı. 1932'de Ankara'da Gazi Eğitim Enstitüsü'nde psikoloji öğretmenliğine getirildi. Kısa süre sonra lisansüstü öğrenimi için ABD'de Harvard Üniversitesi'ne gitti. 1935'te Columbia Üniversitesi'nde doktora çalışmasını tamamladı. Almanya ve Fransa'daki üniversitelerde kısa süreli araştırmalar yaptıktan sonra 1937'de yeniden Gazi Eğitim Enstitüsü'ndeki görevine döndü.
1939'da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü'nde psikoloji doçenti olarak ders vermeye başladı. 1940-1944 arasında Yurt ve Dünya, Adımlar ve İnsan dergileriyle Tan gazetesinde başta ırkçılık olmak üzere birçok konuda makaleler yazdı. Irk Psiklolojisi (1943) adlı kitabında üstün ırk kuramını ve Turancılığı eleştirdi. 1944'te, derslerinde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle Türkiye Komünist Partisi (TKP) davasında kovuşturmaya uğrayarak tutuklandı.[1] Ülke içinden ve dışından gelen yoğun tepkilerden sonra 1945'te serbest bırakıldı. Tutukluluğu sırasında Princeton Üniversitesi'nden gelen bir çağrıya uyarak, Şubat 1945'te ABD'ye gitti. Ertesi yıl Yale Üniversitesi'ne geçti. Oklahoma Üniversitesi'nde, daha sonra sosyal psikoloji alanında birçok deneyin gerçekleştirileceği Grup İlişkileri Enstitüsü'nü kurdu. ABD'ye yerleştikten birkaç yıl sonra ABD vatandaşlığına geçti. 1980'lerin başlarına değin görev yaptığı Pennsylvania Park Üniversitesi'nden emekliye ayrıldı.
Sherif sosyal psikoloji çalışmalarını temel olarak “ego psikolojisi” çerçevesinde ve birey ile grup arasındaki ilişkiler üzerinde yoğunlaştırdı. Bu bilim dalına çok önemli kuramsal katkılarda bulundu. “Norm oluşumu” alanında geliştirdiği özgün deneysel çalışmalar sonucunda, bireyin karmaşık ve belirsiz olaylara başkalarının değerleriyle baktığını saptadı. Bu kuramsal sonuçlar, “uyum” sorunu üzerinde çalışan araştırmacılar için de çıkış noktası oldu.
1936'da yayımladığı Psychology of Social Norms'ta (Toplumsal Normların Psikolojisi) kişinini üyesi bulunduğu gruplardan nasıl etkilendiğini inceleyerek toplumsal kuralların gruba göre belirlendiğini, gruplar değiştikçe kuralların da değişeceğini deneylerle ortaya koydu. Öte yandan gruplar arası çatışmanın toplumsal işbirliğini etkin biçimde engellediğini, tek bir grubun olanaklarının yetersiz kalacağı amaçlara ulaşmakta grup çatışmalarının azaltılabileceğini gösterdi. Sherif'e göre, grupların olağan dışı amaçlara yönelik çalışmaları bir süreç niteliği kazandığında, bir süre sonra olumlu bir “birikim” ortaya çıkabiliyordu.
Sherif'in sosyal psikolojiyi sistemleştirdiği An Outline of Social Psychology'de (1948; C.W. Sherif ile birlikte, Sosyal Psikolojinin Anahatları) kullandığı temel psikoloji kavramları, birçok bilim adamının toplumsal değişimle ilgili araştırmaları için anahtar işlevi gördü.
Konumumuz, bir durumda ne olduğumuz, nasıl duygulanacağımız ve davranacağımız, toplumsal değerlerle önceden belirlenmiştir. (Her belirgin durumun kendisine özgü özelliklerinin rolünü küçültmek gibi bir isteğimiz yoktur.) Bir kocanın veya kadının birbirlerinden bekleyebileceği, ayrıcalıklar ve görenekler bir kültürden diğerine göre değişir (verilen karşılıklardaki nesnel değişmeler, toplumsal uyum ve yorumdan daha az önemlidir.) Bu değişmelerle, herhangi bir kültürdeki bir kadının egosu, kocasının davranışıyla incinebilirken bir başka kültürdeki kadın, böyle bir davranışı asla ve asla bir ego sorunu haline getirmez ve hiç incinmez.
Kendimizi içerisinde bulduğumuz kan bağları o kadar iyi örgütlenmişlerdir ki, ana-babalarımıza ve akrabalarımızla olan önceden belirlenmiş bağlılığımız bize başka türlü olmasına olanak vermeyen birtakım yasalar gibidir ve doğal görünürler. Bununla birlikte, farklı toplumlardaki kan bağlarının incelenmesi bizimle diğer insanlar arasındaki duygusal uzaklığın toplumsal yapıyla önceden belirlenmiş olduğu gerçeğine gözümüzü açar.
(...) Aile içindeki en özel insan bağları bile doğal veya doğuştan değildir. Bunlar toplumsal olarak yerleşik küme yıldızlar gibi kan bağlarının karmaşıklığının temeline dayanarak biçimlenirler.
İki aç adama ızgaradan yeni çıkmış domuz pirzolası sununuz. Aç adamlardan birisi de Müslüman olsun. Onun dini, domuzla ilgili ne varsa ona, bunun iğrenç olduğunu söyler - bu yerleşik bir tabu, bir kuraldır. Diğeri bir Hıristiyan olsun, domuz pirzolalarını kapacak ve afiyetle yiyecektir. Birincisi, pirzolalara dokunmamakla kalmayacak, pirzolalara ve böyle pis şeyler yiyen kişiye de tiksinme duyacaktır. Bu yüksek derecede karmaşık düzeydeki basit bir psikolojik veriye örnektir. Dış uyarı ve bununla neden olunan deneyim veya bunu izleyen davranış arasında noktası noktasına doğrudan bir korelasyon yoktur. (...)
Uyarma her defasında bizde aynı etkiyi yaratmayabilir. Sonuçsal etkiler yalnız ketum bir biçimde yapılan uyarıyla değil, diğer uyarının uyarılar arasındaki yeri ve o anda bizim iç koşullanrnızla tayin edilir.
Her kültürün bireylerinde yöresel-merkezcilik vardır. Bir psikolog veya sosyolog kendi yöresel-merkezci toplumsal değerlerini çalışmalarında önde tutarak diğer insanların yöresel-merkezciliğine kabul ettirmeye kalkarsa, sonuç içinden çıkılmaz bir karmaşıklık olur.
Kendimizin yöresel-merkezciliğini diğer yöreye-bağlı oluşlara veya kendi toplumumuzda yapılan gözlemlemelere baskıyla kabul ettirme tehlikesinden kendimizi korumak için durumun yansız olarak incelenmesine yardımcı olan veya olmayan bizim kendi toplumsal değerlerimizin içsel veya dışsal etkilerinin farkında olmalıyız. Bu, bizim kendi kurallarımızdan, bizim kendi kesinkesciliğimizden belli bir uzaklık bırakmak gerekliliği demektir. Böyle bir uzaklık elde etmek sosyal psikolojide ve toplumsal doğal oluşumlarla uğraşan diğer bilimsel araştırmalarda objektifliği güven altına almak için temel koşuldur.
Eser, daha çok bir ders kitabı niteliğinde. Konuları ele alış tarzına baktığımız zaman gayet akademik bir perspektiften yazıldığı gayet net anlaşılıyor. Bu sebeple konu hakkında az da olsa birikimi olan okurun tercih edeceği bir eser olduğunu düşünüyorum. Eserde, konularla alakalı olarak bazı deney ve gözlemlere yer verilmiş olsa da özellikle sosyal hayatta rollerin dağılımıyla alakalı ses getirmiş iki deneyin kitapta yer almasını dilerdim.
1-Philip Zimbardo, Stanford Hapishane Deneyi
2-John Calhoun, Universe 25
Özellikle bahsettiğim bu iki deney de kitapta yer almış olsa ve bu deneylerin sonuçları üzerine de inceleme yapılması tercih edilseydi, kitabın ana fikre dair daha sağlam bir dokunuşu olabilirdi diye düşünüyorum.
Kitapta özellikle son bölümlerde Freud'un Grup psikoloji kitabına geniş şekilde yer verilmiş. -Ülkemizde eser Grup Psikoloji ve Ego Analizi ismi altında yayımlanmıştır- Freud'un toplumda ki rollerimize dair bireyin etken faktörünün ego olduğu, egonun ise libido ile harekete geçtiği varsaydığı için, grup psikolojisini belirleyen faktörün libido olduğu tanımlanmıştır. Freud'un eseri kısa ve hızlıca okunabilir. Tavsiyem, Freud'un eserini kitaptan önce okuyup ya da hızlıca göz atıp esere girilmesidir. Keyifli okumalar dilerim.
Bu kitabı kendi zevkimin dışında, psikoloji hocamın verdiği ödev sonucu okumaya başladım. 1980'lerde yazıldığı açık bir biçimde anlaşılıyor çünkü dili çok ağır ve karışık. Açıkçası ödevim olmasaydı yarım bırakabileceğim bir kitap çünkü dışarıdan bakıldığında verilen örnekler bile konuyu tam olarak açıklayamıyor.
Ben psikoloji bölümü öğrencisi olduğum çin deneyler hakkında biraz bilgim vardı ancak sosyal ve toplum psikolojisi hakkında dünyaca bilinen bir sürü deneye karşın verilen deneyleri çok açıklayıcı bulmadım. O dönemin bakışıyla okunursa anlamlı olacağını düşünüyorum.
Akademik olarak bakacak olursak da ders kitabı olarak kullanmak isteyeceğim türden bir kitap değil maalesef ki.
Oncelikle tesaduf eseri bulacaginiz bir kitap degil,bunun yaninda unutturulmaya calismis bir akademisyenin cok basit bir dille anlattigi muthis bir toplum psikolojisi calismasi.
Yazarin gecmisine bu kitabi okumadan kesinlikle bakmanizi tavsiye ederim,ulkenin icinin bosalmaya baslamasi 1940 larda baslamasi cok aci verici....