Hoca ya "tıp bilir misin?" diye sormuşlar. "Bilirim" demiş, "hem de şöyle ifade ederim. Ayağını sıcak tut, başını serin, kendine bir iş bul, düşünme derin."
Adamın biri, Hocaya sorar:
"Nuh'un gemisine zeytin dalını getiren güvercin erkek miydi, dişi miydi?"
Hoca cevap verir:" Tabi ki erkekti. Eğer dişi olsaydı, ağzını o kadar kapalı tutamazdı!!!"
“Aman ne güzel çocuk... Adı ne bunun?” diye sormuşlar.
Hoca:
“Adı Farzdır,” demiş. Mollalar şaşırıp birbirlerine bakmışlar:
“Bu ne biçim isim Hoca Efendi?” demişler. Şimdiye kadar böyle bir isim hiç duymamıştık.” Hoca hemen taşı gediğine koymuş:
“Sünnet diyeyim de onu da mı yiyeydiniz?
Hoca bir gün karısına:
“Hatun” demiş, “şu bizim komşu, çarıkçı, Mehmet ağanın adı neydi?”
“Kendin söyledin ya, efendi” demiş karısı. “Mehmet ağa.”
“Canım, dilim sürçtü işte... Ne iş yapar diyecektim.” demiş Hoca.
“A efendi” demiş karısı, “kendin çarıkçı demedin mi?” “Anlasana işte” demiş Hoca, “nerede oturuyor demek istedim.”
“Efendi, bugün sana ne oluyor?” demiş karısı “Komşu” dedin ya... “
Hoca birden sinirlenmiş.
“Aman be karı... Seninle de bir türlü konuşulmaz ki!”
Nasreddin Hoca çarşıda değerli bir yüzük bulmuş. Fakat şer-i kanun gereği, üç kez bulduğunu bağırması gerekiyormuş.
Hoca, sabah saat üçte sessizce çarşı meydanına gitmiş ve bütün kuvveti ile bağırmış: “Çok değerli bir yüzük buldum.” Üçüncü defa da çarşı insanla dolmuş. “Ne söyledin ki Hoca?” diye sormuşlar.
“Kanun üç defa bağırmamı istiyor. Dördüncü defa bağırırsam belki karşı gelmiş olurum. Fakat size şu kadarını söyleyeyim, ben pırlanta bir yüzüğün kanunî sahibiyim.”
Nasreddin Hoca İstanbul’a gitmiş. Orada eşeğini kaybetmiş, aramış aramış bulamamış. Bir otele yerleşmiş. Çarşaflar o kadar temizmiş ki yatamamış tutmuş yatağın altına girmiş.
Odayı boş gören karı koca odaya yerleşmiş. Adam karısına:
“Gözlerinde bütün İstanbul’u görüyorum.” demiş. Hoca yatağın altından kafasını çıkarıp: “Benim eşeği de görüyor musun?"
Bir gün annesi ona:
“Yavrum, dereye çamaşır yıkamaya gidiyorum. Ben gelinceye kadar sakın kapıdan ayrılma” der. Biraz sonra amcası gelir.
“Git annene haber ver! Akşama size geleceğiz.”
Küçük Nasreddin, amcası gider gitmez hemen evin kapısını çıkarıp sırtına yükler ve derenin yolunu tutar. Annesi, oğlunu sırtında kapı ile görünce büyük bir şaşkınlık içinde sorar:
“Oğlum bu kapı ne?”
Nasreddin,
“Sen bana kapıdan ayrılma dememiş miydin? İşte bende kapıdan ayrılmadım” der.