Öyle güzel bir yolculuğa çıktım ki. Bir sürü şehir gördüm, şehirlerin huzurunda da bir sürü insan... Uzun uzun yolları yürüyen, kendi yataklarında çağlayan ırmaklar gibi insanları gördüm. Bazen gürül gürül akan, bazense karıncanın su içebildiği kadar sakince ilerleyen ırmaklardı bunlar.
Taht-ı Süleyman'da Azam'ın ilmek ilmek hayatı işlediği halılara dokundum. Her bir renkte, her bir düğümde doğanın bin bir halini buldum.
Sırtında biricik sahibi Setterhan'ı taşıyan Serbülend ile dağlarda rüzgar oldum. Hayranlıkla baktım bu beyzadeye- hayır, bu delikanlıya- yine hayır... Nasıl tarif edilir bilemiyorum Setterhan. O, günahıyla sevabıyla öyle bir karakterdi ki!
Zehra ile hiç bitmeyecek gibi görünen yolları aştım. Büyükhanım'ın her şartta, her koşulda bu kadar güçlü olmasına şaştım.
(Ve okuyuculara olacakları söyleyip keyifleri kaçırmamak için anlatamadığım neler neler yaptım...)
Nazan Bekiroğlu betimlemeleri, olay akışını, üslubu, karakterleri, üst kurmacayı çok başarılı bir şekilde kullanmış romanında. Kitabın sevmediğim bir tek yönü bile yoktu. Hayranlıkla, merakla, keyifle okudum. Klişe bir deyim olacak ama hiç bitmesin istedim, evet...
Çok başarılı. Çok.