Noktası bir türlü konulamayan, uzadıkça uzayan ve giderek anlaşılmaz olan bir cümleye benziyordu ilişkimiz. Hep baştan alınan, bir türlü ilerlemeyen ve bir türlü üstü çizilip iptal edilemeyen. Her ayrılıktan sonra küllendiği sanılan ve her defasında kendi küllerinden yeniden doğan...
Fotoğraflar her şeyi göstermez. Acıları, kederleri göremezsiniz fotoğraflarda. Onlar hayallerinizi besleyen suretlerdir, görüntülerdir sadece. Tıpkı sahnedeki gibi.
Halklar varlıklarını, kimliklerini korumak için her zaman silaha sarılmazlar; daha önemli, daha derin bir şeye; inançlarına, kültürlerine, dillerine, tarihlerine sarılırlar.
Bir insan kaç insandır aslında? Onu tanıyanların sayısı kadardır bence. Hangisi gerçek "o"dur? İnsanın kendisi bile bilemez bunu. Tek insan bile çoğuldur belki, hem kendi hem başkası.
“Kusursuzu,güzeli,doğruyu aramak bütün hayatlarını doldurmuş;hayatlarının anlamı,yaşamalarının nedeni olmuş.Sonra tam bulduklarını sandıkları anda bir de bakmışlar ki,doğru sandıkları yanlış,kusursuz sandıkları eksik,güzel sandıkları çirkinmiş.”
O anda kendime karşı çaresizim.Acımakla yetinmenin hiçbir yaraya derman olmadığını,başkasının acısını içinde duymanın vicdanın sadece yarı yolu olduğunu anlıyorum.