Hastanede zaman geçmez. Özellikle akşamlar. Oyalanacak bir şeylerin yoksa inat eder, öylece durur. Bir türlü geçmeyen zamanın vazodan hiçbir farkı yoktur. Koyduğun yerden kaldırmadığın sürece oradadır. İçine çiçek koymuşsun ya da koymamışsın değişmez. Sadece durur. Zaman, soğuk bir cam olarak vardır ve ağırdır. Sessizlik, bıçak keskinliğinde bir ambulans sireni ya da acil servisten kopan çığlık bazen hayatı sorgulaman gerektiğini hatırlatır. Yaşıyor olmaktan utanırsın, saklanacak kuytu köşe arar, bulamazsın. Ortadasındır. Ortada olma halinin utancı başka hiçbir şeye benzemez. Hırsızlık, dolandırıcılık, yalan hepsi solda sıfır kalır. Buna hayat diyorlar, ötesine yaşamak.
Anlamaya çalışmak yorucu. Kalbimin ortasında yaşanıyor her şey. Üzerinde yürüyen adımlar, çamur izleri, kötü kokular... Temizlemek zor. Unutmak imkansız.
“Sen de gayet iyi biliyorsun ki yaşamak dediğimiz her zaman şenlikli değil. Eğer öyle olsaydı emin ol anlamsız,biçimsiz,işe yaramaz olurdu. Sevmezdik onu. Yapay gelirdi. Duygularımızı canlı tutan her şey içimizdeki karmaşadan besleniyor...”