İstanbul'un orta yerindeydik ve sayıları şimdikinden belki dokuz on kat daha az olan insan kalabalığı, bana fazla geliyordu. Ezilmemek için kaldırımda yürürken annemin elini hiç bırakmazdım. Şimdiki çocuklar ne yapıyordur acaba? Ne yaparlarsa yapsınlar, eziliyorlardır mutlaka!
"Keçiler beyaz ama bu olay kapkara. Ben çiçekleri sularken onlar bana, ben de onlara bakardım. Bir kez bile bu keçiler çiçeklerimi yemedi. Ben de onların resmini yaptım. Ben ona 'Nimetçik' diyorum, çünkü onlar benim nimetimdi. Onların birçok tablosunu yapıp satarak para kazandım. Evimi bile onlar sayesinde aldım. İnşallah keçilerim bulunur."
“Kederim dinmiyor.
Mülksüzdün. Senden kalanlar; mama-su-kum kabın. Bir de o hiç sevmediğin yolculuk kutusu, hepsi çok acı veriyor...
Elveda uğurum, tatlı dostum, benim son kedi bebeğim.”
"Şeytan'ın ölümüne aşıri derecede üzülüyordum.Arkadaşlarımdan biri beni ayıplamaya başlamıştı.'Hayatın tadını çıkaramadan insanlar ölüp gidiyor'diyordu. 'Sen tutmuş bir köpek için kahırlanıyorsun.' Onun bu sözüne karşılık , köpeğin üzüntüsünün insanların ölümüne üzülmeme engel olmadığını söylemiştim. Ayrıca da köpek benim yüzümden ölmüştü. Köpek, benim insan dünyamın bir parçasıydı. Her canlı varlığın ölümünü göğsümde bir bıçak yarası gibi hissederim. Tabii yaradan yaraya fark vardır, ama yara yine de yaradır."