Bazen öyle bir cümle kurulur ki, dünyanın en hisli aşk şarkılarından, en tutkulu cümlelerinden daha çok okşar kalbinizi. İçinde aşk var deseniz olmaz, yok deseniz haksızlık olur.
"Defalarca affetti, yeniden sarıldı, hiç vazgeçmedi ama sonu ne yazık ki hep aynı bitti. Yaralarını sarmak için uzandığımız kim varsa, bize derin yaralar bırakıp gitti."
"Hakk'ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının, üstünden daha güzel olmayacağını?
Bazen konuşurken ağzımızdan çıkan kelimelere gerçekten çok dikkat etmek gerek. Evrenin enerjisi müthiş. Ağzınızdan çıkanlar sizi bulmadan göçüp gitmiyorsunuz.
Annelik doğaçlama gelişen bir süreç olsa da hayata olumlu pencereden bakmayı bilerek yaşamak kişinin kendi seçimimdi ve ben bunu seçeli çok olmuştu. Bu yüzden o dönemlerde en çok tepki gösterdiğim şeylerden biri de "Bu senin sınavın " cümlesiydi. İnançsız biri değilim asla ama bu dünyaya sadece sınav için geldiğimizi hiç bir zaman kabul etmedim. Başımıza gelen her olayın altından kalkmak için sonunda mutlaka bir ödül mü beklemek gerekiyordu? Olayın kendisi ödül olamaz mıydı? Bunları düşünmeden, yaşadığımız her şeye sınav gözüyle bakılmasını aklım almıyordu.