Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Teklif Dergisi

Teklif DergisiTeklif - Sayı 1 (Ocak 2022) dergisi
Dergi
9.0/10
23 Kişi
244
Okunma
105
Beğeni
3.875
Görüntülenme

Teklif Dergisi Gönderileri

Teklif Dergisi kitaplarını, Teklif Dergisi sözleri ve alıntılarını, Teklif Dergisi yazarlarını, Teklif Dergisi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İnsanlık Hangi Aynada Görünür?
“Her gün yüzlerce kere önümüze düşürülen çocukların görüntüleri vicdan denen muhayyel yerde duygu olarak kalıp bir yargıya ve evrensel bir ahlâk yasasına dönüşmediğine göre insanlığın göründüğü bir ayna var mıdır?”
Sayfa 198
Gazze hadisesi batılı kurumların yüzündeki maskeyi kaldırmıştır. Şimdi sıra Müslümanların ve insanların gözlerine inmiş perdeyi kaldırmaya gelmiştir. Gazzeli Müslümanların iradesi, hakikati gösteren bir ayna gibi, insanlığın geleceğini tehdit altına sokan sahte hakikatini yüzündeki maskeyi indirdi ve bu maskenin ardındaki karanlığı ortaya çıkardı. Fakat başardığı yalnızca bu değildi, aynanın saf yüzünde, bu dünyayı ötelere bakarak yaşamanın güzelliği de göründü tüm insanlığa. İslam ümmetinin ve ümmete mensup olma arzusundaki her bir ferdin mükellefiyeti, ötelerden iz taşıyan sözün, eylemin ve halin siyasetten diyanete, ticaretten hukuka, sokaktan eve nasıl bir hayata dönüştüğünü görmek ve göstermektir...
Reklam
Kendi başına varolan ve akli bir görü tarafından bilinen düşünülürlerden bahsedemiyorsak, bir başka deyişle nesnelere ilişkin bilgimiz kendinde varlığa sahip düşünülürlere dayandırılamıyorsa insan nasıl tecrübe ve bilgi sahibi olabilmektedir? Kant'ın bu konudaki cevabı oldukça keskindir: Biz nesnelerimizi zihnimizin (Gemüt) faaliyeti içerisinde kurarak biliriz. Bu itibarla Birinci Kritik'in büyük kısmı söz konusu tecrübenin kuruluşunun çözümlenmesine hasredilmiştir. Kant'ın bu girişimi, belki de Ockhamlı Willam'a kadar geri götürülebilecek olan ve felsefenin ilgi alanını insan zihnine kaydıran felsefi dönüşümün son halkasını teşkil etmektedir. Ockhamlı William'ın küllileri zihindeki tekiller olarak alan ve kendi başına küllilerin varlığını şüphe konusu kılan yaklaşımı, Kant'a geldiğimizde, artık kendinde olanın tamamen bilginin dışına atıldığı bir felsefi dizgeyle nihayetlenmektedir. Varlık mertebeleri bakımından konuya bakarsak artık varlıkta aynî olanın yerini zihnî olan almıştır. Daha doğrusu insan aynî olanı bilebildiği zannıyla yaşadığı bir dönemin artık sonuna gelmiş, tıpkı bir rüyadan uyanır gibi esas olanın kendi zihnî etkinliği içerisinde kurulan olduğunu fark etmiştir.
Sayfa 239Kitabı okudu
Mevcut kurulu düzenin ipliğinin pazara çıktığı, art niyetlerinin görünür olduğu, tüm o insan hakları söylemlerinin ne kadar hikaye olduğunun anlaşıldığı, insanlığın yeni bir düzen aradığı, yeni bir insan tipi aradığı, bir başlangıç noktası olarak görülebilecek bir savaştır.
Akli yargıları ancak duyulur anlamlardan bağımsız bir şekilde işleyen saf akıl doğru bir şekilde verebilir. Bu ilkeyi ihlal edecek şekilde vehmin akli yargılarda bulunarak bunları sadece duyulur anlamlarla sınırlandırmaya kalkması, akıldan rol çalma anlamına gelir. İbn Sînâ için bu rol çalma esnasında vehim, kendini asıl yerine ikâme ederken bile asla işaret etmektedir.
Sayfa 221Kitabı okudu
O zavallı nefs-i mağrur düşünemez ki o mebde'-i evvele şu'ûr-i sarihte bir ta'ayyün-i mahdûd vermek için bir nihâyet, bir hadd-i mahdûd çizmek, aʻyân-ı eşyâdaki gibi bir lahza-i inkıtâ'a mütevakkıftır. Mümkin olmayan böyle bir lahza-i inkıtâ'da ise bütün şuur ve bütün vücüd kökünden munkatı ve mün'adim olur. Öyle bir inkıta bir şu'ûr-i vâzıha varmak değil, 'ademe karışmaktır. Edille-i aklîyeye böyle bir maksadla bakanlar ve Hakk'ın gayb u şuhûdu ihâta eden nâmütenâhî tecellîsi karşısında gurûr-i nefslerini kıramayarak zevk-i şuhûddan mahrum kalanlar "Allah'ı aradım da bulamadım" derken fen ve felsefe nâmına hüsranlarını ilân etmiş olurlar. Allah'ı sezmek için kalb ile aynı temyîz ve aralarındaki nisbet-i tahakkuku idrâk edebilmelidir.
Sayfa 211Kitabı okudu
Reklam
Varlığın hakikati, kendi kendiliği/ kendindeliği ile kurduğu ferdiyet/mahremiyet ilişkisinde aranmalıdır. Sanatın görevi varlığın hakikatinin kendinde vücud bulan bu mahremiyet ilişkisini, teşhir ve ifşa etmek değil, sırriliğin manevî içkinlik imkânı olarak sunmaktır. Fakat sanatın bu görevi icra edebilmesi için öncelikle kendi hakikatinin, yetkinlik ve etkinlik sınırlarının bilinmesi, belki daha çok her sanat dalının kendilik hakikatiyle kurduğu mahremiyet ilişkisinin sanatçı tarafından manevi bir içkinlik imkânı olarak teneffüs edilmesi gerekir.
Sayfa 197Kitabı okudu
Manevî sezgi ve zevken idrâkin gerçekleşmesinin temel şartı bizâtihi tecrübe ve yaşanan norm, ilke ve değerlerin kişiye içkin olmasıdır. Hiçbir resim veya film, ifadeye kavuşturmaya çalıştığı manevî sezgi ve zevken idrak için gerekli olan, ancak bizâtihi tecrübe ile elde edilebilecek içkinlik imkânını sunmaya muktedir değildir. Herhangi bir resim veya filmin sunabileceği yalnızca, seyirci tarafından asla içkinleştirilemeyecek bir manevî sezgi ve zevken idrak simülasyonudur. Manevi sezgi ve zevken idrâkin içkinlik tecrübesi için gerekli olan kişinin kendisiyle ve varlığın hakikatiyle kuracağı mahremiyet ilişkisi hiçbir sümülatif resim veya film tarafından telafi edilemez. Bir resim veya filmin sunabileceği tek şey, içkinliğin ifadeye dökülmüş aşkınlık halinin simülasyonudur. Fakat bu aşkınlık ifadesi, manevî sezgi ve zevken idrak için gerekli olan içkinlik şartından mahrum kalındığı için, varlığın hakikatiyle kurulan tecrübî mahremiyet ilişkisinin teşhirinden öteye gitmez. Aksi mümkün olsaydı, sayısız dinî resim ve filmden sonra günümüzde inançtan ziyade resim dinine dönüşmüş olan Hristiyanlığın manevîyatının güçlenmesi gerekirdi. Kaldı ki söz konusu tasavvufî sinema iddiasını geçerli kılabilecek tek bir film örneği dahi sunulamamaktadır.
Sayfa 193Kitabı okudu
Molla Sadra'ya göre, varlığın hareketi tezahürden ziyade cevherî olduğu için, soyutlamalar yoluyla elde edilen kategoriler, varoluşsal sürecin kendisinden ziyade zihnin kavramsal çıkarımlarına işaret eder. Varlık hareket ve değişim halindedir. Fakat bu hareket ve değişim sadece varlığın tezahüründe değil, bizzat kendisinde cevherî bir süreç olarak vuku bulur. Ayrıca varlık bu cevherî hareketin öznesi de değildir. Fakat bu mümkün varlıkların cevherî hareketi ve değişimi egzistansiyalist düşüncede kabul edildiği üzere gâyesiz değil, mutlak ve zorunlu varlık olan Allah'tan yine Allah'a doğrudur. Cevherî hareket, zaman ve mekân sınırlarını aşıncaya kadar devam eder. Bu hareket sadece bir varlıktan veya mekândan diğerine yatay değil, aynı zamanda ontolojik mertebeler arasında kozmolojik çerçevede gerçekleşen dikey bir yöneliştir.
Öyle ki, fantastik veya nostaljik bir hayalden bahsetsek bile, nihayet bu, kişinin varlık ve oluş bütünlüğünün sonsuzluk ilişkisindeki durumu ve varoluşsal tavrı ile ilişkilidir. Fakat bu durumda rüya/hayal, öznel bir kurgu olmaktan çıkar. Film seyretmeyi, rüya/ hayal görmeye benzetenler, aralarındaki ontolojik farkı görmemektedir. Zira birinde, kişi kendi rüyasını/hayalini görürken, diğerinde kendisine ve herkese gösterilen başkasının öznel gerçeklik algısını, varlık ve hakikat ilişkisine dair hayali (spekülatif/simülatif) kurgusunu seyreder. Daha yerinde bir ifadeyle, asla içkinleştiremeyeceği bir şeyin veya hadisenin gösterimine bakar. Rüyadaki içkinlik şartının ortadan kalkması sebebiyle hiçbir film, hiç kimsenin rüyasına dönüşemez. Bir rüya anının resmi veya filmi yapılabilir, fakat resim/film ve rüya birbirine indirgenemez.
Reklam
Tasavvufi bakış açısıyla, hakikat bilgisi sadece kavramlar düzeyinde aklî soyutlamalar yoluyla değil, daha ziyade bizzat yaşayarak ve ancak Peygamberlerin bildirdiği ebedi hakikatlerin ışığında, manevî zevk ve ruhî sezgiyle elde edilebilir.
Son dönemlerde kimi çevrelerce gündeme taşınan tartışma konularından biri de hayal/rüya ve sinema ilişkisidir. Güya belirli bir sinema teorisi inşa etmek gâyesiyle, teşbih mantığına, bazen tasavvufi literatüre atıfta bulunarak, bazen psikolojik kavramlardan medet umarak, tasavvufi sinema, rüya sineması gibi başlıklar altında denemeler yapılmaktadır. Hiçbir şeyi kendi ontolojik zemininde kavrayamayan, her şeyi her şeye bulaştırmak, keyfi karışımlardan başka bir şeyler türetmeye çalışmak sûretiyle öne çıkmaya çalışan bu girişimler, hastalıklı, şizoid bir çağın bizdeki tezahürlerine işaret etmektedir.
Hiçbir kurgunun, hayalin, estetik tasarımın varlığın hakikatiyle bütünüyle örtüşmemesi, onun yokluğuna değil, zâtiyetinin mahrem sırriyetine işaret eder. Belli ki teşbih, varlığın hakikatine uygun düşen bir yöntem değil, belki onu daha çok abartarak saptırmaya, başka bir şeyle perdelemeye, gölgelemeye, yalanın, yanlışın ve entrikanın ölçüsüzlük dairesinde konuşlandırmaya yarar.
İsrail ve Yahudiler, aslında Müslümanların "kurulu düzeni" bozma ve yeniden kurma yönündeki asli iddiasını kötürümleştirme amacı taşıyan şeytani bir yapının vekili olarak bu coğrafyadalar. Bu vekalet savaşını yürütürken Yahudilerin de burada bir açıdan "istismar" edildiğini düşünebiliriz. Çünkü her türden dini, devleti, aileyi, ahlâkî ilkeleri kendisine tehdit olarak gören bu yapı, Yahudi teolojisini istismar ederek onları, İslam dünyasını, daimî bir çatışma içinde tutmak üzere kendisi için araçsallaştırıyor. Araçsallaşmış haliyle Siyonizm, Biden'ın İsrail ziyaretinde itiraf ettiği gibi mensup olmak için Yahudi olmayı bile gerektirmeyen tümüyle seküler bir ideolojidir ve Yahudiler için bir yer bulma iddiası Filistin'le sınırlı değildir, Yahudi teolojisinin istismarıyla tayin edilmiş somut bir coğrafya olarak Arz-ı Mev'ûd, yani vadedilmiş topraklardır. Vekil Siyonist ideolojinin hakimiyeti altına almayı umduğu vadedilmiş topraklar neresi? Müslümanların oraya yerleşmek suretiyle cihan hakimiyeti elde ettiği ve tekliflerini insanlığa tarif ve temsil ettiği topraklar...
1.317 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.